balçıkhisar'ın SESİ tinara03 şuhut & afyonkarahisar
  ŞİİR-MAKALE-HATIRA
 


 

1944 Afyonkarahisar doğumlu Halil ARIK, İlkokulu doğum yeri olan Balçıkhisar’da bitirdi.
Hafızlığını ikmal ederken bir yandan da klasik usulde Arapça okudu. Fahri olarak 4 sene köy imamlığı yaptıktan sonra 1964-1966 yıllarında Bornova’da askerliğini yaptı. Terhisi müteakip Isparta-Senirkent İlçesinde Vekil İmam-Hatip olarak göreve başladı. Bu arada önce Ortaokulu daha sonra İmam-Hatip Okulu 1.Devre ve 2.devresini dışarıdan bitirdi. 29.02.1972 yılında İmam-Hatip olarak Şuhut-Karadilli Kasabasında tekrar asil göreve başladı.
              1974 yılında Üniversite sınavlarına katılarak İzmir Yüksek İslam Enstitüsüne girdi. 02.10.1974 tarihinde Bayındır Müftülüğü Cami Personeli Kontrol Memurluğuna (Murakıp) naklen atandı.05.08.1975 tarihinde ise Bornova Murakıplığına geçti.
               1978 yılında İzmir Yüksek İslam Enstitüsünü bitirerek aynı sene Müftülük sınavlarına katılarak 19.10.1978 yılında Antalya-Kaş İlçesine İlçe Müftüsü olarak atandı. Daha sonra 30.09.1980 yılında Afyonkarahisar İli Emirdağ İlçe Müftülüğüne 15.10.1985 yılında ise Muğla İli Fethiye İlçe Müftülüğüne atandı. Yaklaşık 13 sene bu görevi yürüten Halil ARIK 1998 yılında Muğla İli Müftü Yardımcılığına, 13 Kasım 2001 yılında ise Bitlis İl Müftülüğüne, 15.03.2006 tarihinde Niğde İl Müftülüğüne, 28.08.2006 tarihinde de Burdur İl Müftülüğüne atandı. 24.03.2009 tarihinde emekli olan Halil ARIK;
              Evli ve biri erkek ikisi kız olmak üzere 3 çocuk sahibi olup, Arapça biliyor.  
 
       Halil ARIK
   Emekli İl Müftüsü
 
                                                TAKDİM
2004 yılında Bitlis Hacılarının başında Kafile Başkanı olarak Hac’ca gitmiştim.  
  
Bitip tükenmesini istemediğim huzurlu ve hüzünlü Medine geceleri…
İşte o uzun ve hüzünlü gecelerden birisinde aldım elime kalemi, yazdım başıma geleni. Yazdıklarım uzun zaman ülkemizin en kadim dergilerden birisi olan HAKSES de yayınlandı. Her sayısında yayınlandıkça bana cesaret geldi. Bu bakımdan değerli dostum ve ağabeyim İsmail KARAKAYA beye teşekkürlerimi bir borç bilirim.
Bitlis’ten sonra Niğde ve Burdur İl Müftülükleri…
Şairlik gibi bir iddiam yok. Bunlar benim gönül dünyamdan süzülüp gelen feryad ve figânımdır. Bunlar hasretle yazıldı. Bazıları da bizzat Peygamberimizin huzurunda gözyaşları ile yazılmıştır. Ben biliyorum ki, bu bölük pörçük sözcüklerimin arasında hasret ve gözyaşı vardır. Bitlis, Niğde, Burdur ve Medine geceleri bunun şahididir.
Sürçü lisan ettikse affola.
Saygılarımla
 
Halil ARIK-FETHİYE
 
 
 
TEŞEKKÜR
 
 
2004 yılında Bitlis İl Müftüsü iken şiirlerin yazılması hususunda beni teşvik eden değerli dostum Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Zeki TAN bey’e
 
Baskı ve dizgi aşamasına gelinceye kadar büyük gayret sarf eden Burdur İl Müftülüğü Personel Kısım Şefi Mevlüt TOSUN beye ve son tashihleri yapan oğlum Hüseyin Yasin Arık’a teşekkürlerimi bir borç bilirim.H.A.
 

GÖZYAŞI 

              25.03.                 
           ELHAMDÜLİLLAH
    
     Bitti Haccımız, yol göründü bize
Bindik atımıza göçtük Elhamdülillah
 
Ne insanlar gördük, ne mücrimler
İyiyi kötüden, seçtik Elhamdülillah
 
Pişman olduk, cürmümüzden utandık
Günahlarımızdan, geçtik Elhamdülillah
 
Dinlediler iki büklüm, gözü yaş
Etrafa inciler saçtık, Elhamdülillah
 
Ne işe yaradı bilmem, neden ağladık
İnci gibi gözyaşı, döktük Elhamdülillah
 
Ne kadar umutlanmıştık, dilemiştik
Kâbe’ ye doğru, uçtuk Elhamdülillah
 
Lebbeyk geldi bize, davet aldık
Kâbe yollarını,aştık Elhamdülillah
 
Tıkandı kulağımız, kurudu gözlerimiz
Bu sene Ravza’ ya,koştuk Elhamdülillah
 
Ne insanlar vardı, kupkuru, mağrur
Halimize baktık, şaştık elhamdülillah
 
İltifat, ikram, izzet.medh-u sena!
Riyadan korkup, kaçtık Elhamdülillah
 
ğmadık mekanlara, dar geldi bize
Deliler gibi yola,düştük Elhamdülillah
 
Çık Halil’im Dünya zindanından
Halimize kefen,biçtik Elhamdülillah
 
          YÂ RASÛLALLAH
 
Yıllar var ki canım, arzular seni
Yanar tutuşur,özler Yâ Rasûlallah!
 
Giderim olmaz, gelirim hiç olmaz
Yüreğim derinden,sızlar Yâ Rasûlallah!
 
Bu kadar gözyaşı nedendir bilinmez
Kan revân olur,gözler Yâ Rasûlallah!
 
Bölük-pörçük yaşadım, utanıyorum
Çiğnensin yerde,yüzler Yâ Rasûlallah!
 
Az mı kaldı, gelecek miyim sana?
Nasıl dayansın,dizler Yâ Rasûlallah!
 
Yaz-bahar geçti, hazân yaklaşıyor
Nerede  güzelim,yazlar Yâ Rasûlallah!
 
Aramızda sıra dağlar var, gelemiyorum
Beni getirsin sana,düzler Yâ Rasûlallah!
 
Hâlim Allah’ a malumdur, bir de sana
Yakıyor sinemi,közler Yâ Rasûlallah!
 
Kaybolmaktan,çok korkuyorum
Götürsün beni ,izler Yâ Rasûlallah!
 
Göremiyorum önümü, aydınlat beni
Çekilsin aradan,tozlar Yâ Rasûlallah!
 
Gecelerden çok korkuyorum Ah!...
Gelsin artık,gündüzler Yâ Rasûlallah!
 
Uhud dağı ve Şehidlerin efendisi ile
Gelelim sevinerek,bizler Yâ Rasûlallah!
 
O kadar cürmüm var ki utanıyorum
Nasıl bakacak,yüzler Yâ Rasûlallah!
 
Selâm Bitlis’ten, Nurs’ tan, Hizan’ dan
Bitmesin kelâmlar,sözler Yâ Rasûlallah!
 
Şeb-i Arûs olsun,  düğüne benzesin
Yanık-yanık çalsın,sazlar Yâ Rasûlallah!
 
El aman kıtmîrin olayım kovma kapından
Lâyık sana sevgiler,nazlar Yâ Rasûlallah!
 
 
 
 
 
GELEMEDİM YÂ RASÛLALLAH
 


 
Gelemedim bu sene, Yâ Rasûlallah
Yandım, tutuştum, közlere düştüm
 
Seven sevdiğini, çağırırmış evine,
Naz ettim, sitem ettim, sözlere düştüm
 
Yandım hasretinden, âhım arşa çıktı
Nâr-ı Beyzâ içinde ben, buzlara düştüm
 
Bilmem gidenler mi, gidemeyenler mi?
Gece-gündüz yoldayım, tozlara düştüm
 
Okunmuş feryadım huzûr-u saâdette
Ben ağlayıp sızladım, nazlara düştüm
 
Tam koca iki sene, görmedim dîdârını,
Dile geldim, nazar oldu, gözlere düştüm
 
Tutmak üzereyken onun, dest-i pâkini
Yuvarlandım yamaçtan, düzlere düştüm
 
Son bir çırpınış dedim, uzattım elimi
Yarı yolda kaldım ah! tozlara düştüm
 
Tut elimden ne olur, Yâ Rasûlallah!
Ayaklarım tutmuyor , dizlere düştüm
 
Geceleri sırdaşım oldu gözyaşlarım
Gönül telim kırıldı, sazlara düştüm
 
Ben kış yaşadım, eller bahardayken
Baharı hiç görmedim, güzlere düştüm
 
Bir kere daha bak ne olur, Yâ Rasûlallah
Gözümü diktim sana gelen, izlere düştüm.
 
 


GELMEK İSTİYORUM
 
Yâ Rasûlallah, sana gelmek istiyorum
Elimde olsa Billahi, ölmek istiyorum
 
Zifiri karanlıkta, meçhuller içindeyim
Perdeyi aralayıp, bilmek istiyorum
 
Gözyaşları derdime deva oldu
Verdiğin mendile, silmek istiyorum
 
Nefsimle cedelleştim, ruhumu örseledim
Çok özledim yanına, gelmek istiyorum
 
 Dönülmez ufkun yollarına düştüm
 Gelebilsem yanında, kalmak istiyorum
 
 Eşiğinde ağladım, yolunda süründüm
 Bir veda namazı, kılmak istiyorum
 
Sana olan kara sevdam, tek umudum
Sevdamı omuzlayıp, gelmek istiyorum
 
Bir baksan göz ucuyla Yâ Rasûlallah
İki gözü iki çeşme, ağlamak istiyorum
 
Mücrim gibi bakıyorum, yarınlara
Bitsin bu ızdırab gülmek istiyorum
 
Özüme bir baktım  utandım derinden
Tut elimden sana ,gelmek istiyorum.
 
Hayâlimde yaşattığım arzulara bak
Havz-ı Kevser’den içmek istiyorum
 
Yeter artık bu ayrılık Yâ Rasûlallah
Ben bu candan geçmek istiyorum
 
Bir avuç toprak ver bana Yâ Rasûlallah
                            Cennet bahçesinde kalmakistiyorum
 
Bir âşık-ı şeydâ burada yatıyor diye
Kıyamete kadar, anılmak istiyorum.
 
                                   GELİYORUM GARİB GARİB
Bu sene nasip oldu, Yâ Rasulallah!
Boynum bükük, varıyorum garib garib
 
Utancımdan Billâhi, kaddim büküldü
Yüzüm yerlerde, duruyorum garib garib
 
Bin bir dönemecin, kavşak noktasında
Yol nerde diye, soruyorum garib garib
 
Tut elimden, yorgunum Yâ Rasulallah!
Damla-damla, eriyorum garib garib
 
Mazide kalan günler, güzel günlerdi
Ben eski “Ben” i, arıyorum garib garib
 
İşte kapındayım, kabul et, Yâ Rasulallah
Benliğimi yerlere, seriyorum garib garib
 
Baktıkça titriyorum, meçhul istikbâlime
Başka bir âkıbet, görüyorum garib garib
 
Milyonla canım olsa, feda olsun yoluna
Tomurcuk gülleri, deriyorum garib garib
 
Yarım asrı geçen, perişan ömrümde
Amel defterimi, dürüyorum garib garib
 
Nasıl bir yol ki, bitmedi tükenmedi ah!
Önüme duvarlar, örüyorum garib garib
 
Şimdi geldim huzuruna, utana-utana
Ravza da secdeye, varıyorum garib garib
 
Bir ömür inledim, ızdırab içinde
Şimdi yaramı, sarıyorum garib garib
 
İşte yollardayım, binler şükür olsun
Boynum bükük, geliyorum garib garib
 
Artık bırakma beni, Ey Şâh-ı Rusül
Tükendim, çürüyorum garib garib
 
 
 
 
 
                                     GELDİM YA RASULELLAH
 
Bir Ömür süründüm yollarda ben
Şimdi huzura, geldim Ya Rasûlallah
 
Altmış sene, geçmesi gerekmiş meğer
Bütün gerçekleri ,bildim Ya Rasûlallah
 
Ben bilirim dedim, dolaştım durdum
Artık dersimi ,aldım Ya Rasûlallah
 
 Kenara koyduklarım, düşmanmış bana
Malı-Mülkü taşa, çaldım Ya Rasûlallah
 
Tut elimden benim, ey gönlümün gülü
Gelemedim yollarda, kaldım Ya Rasûlallah
 
Bıktım artık, şu dünya zindanından
Belli ki sona ,geldim Ya Rasûlallah
 
Ötelerde, çok ötelerde kaldım ama
Uzakdan Salâvat, saldım Ya Rasûlallah
 
                            Sen’den ayrı günlerim uzadıkça Billahi
Saçımı-başımı ,yoldum Ya Rasûlallah
 
Kim, neyi ararsa arasın karışmam
Ben aradığımı, buldum Ya Rasûlallah
 
Ben yandım, tutuştum bu sevdadan
Başka sevgileri, sildim Ya Rasûlallah
 
Hani der dururdum ya her zaman
Bir vefa namazı, kıldım Ya Rasûlallah
 
Sıraya girdim mi, adım geçer mi bilmem
Ben de bir Âdem, oldum Ya Rasûlallah
 
Öylesine Muzdaribim ki; tükeniyorum
Çırpındı yüreğim ,doldum Ya Rasûlallah
 
Ne yaşadığımı bildim, ne süründüğümü
Yaşamaktan bıktım, öldüm Ya Rasûlallah
 
Sana geleceğimi anlayınca Billahi
Sevincimden, güldüm Ya Rasûlallah
 
                        TUT ELİMDEN YA RASÜLALLAH
Yetiş imdadıma ey gönlümün gülü
Tut elimden Billahi, düşüyorum.
 
Tam altmış üç yıllık bir bâdire
Sona doğru hızla, koşuyorum.
 
Dünya sürgününüm sonu ne zaman?
Kaç zaman var ki âvâre, yaşıyorum
 
Tâkatim tükendi, kaddim büküldü
Günah yükünü sırtımda, taşıyorum.
 
Nasıl hayattır ki bu, ibret almadım
Ben nasıl bir insanım , şaşıyorum.
 
Yıllar kaybolmuş, mevsim allak-bullak
Haziranda buz tutmuş ben, üşüyorum.
 
Elde âsa ayakta çarık, mecnunlar gibi
Dağlar, çöller, beller, yollar aşıyorum.
 
Merhametin deryasından bir katre için
Bana düşer mi diye umutla dolaşıyorum.
 
İçinde bulunduğum iğneli fıçıdan
Çırpınarak kurtulmaya çalışıyorum.
 
     GÜL’ ÜN ÜSTÜNE
Çiçek bilmemiş hiç, dünyada o
Dostunu hatırlatan, gül’ün üstüne
 
Ne saraylar istemiş, ne konaklar!
Oturmuş  halince, çul’un üstüne
 
Ne menzile varabilmiş ne yetebilmiş
Uzanmış dilenciler gibi yol’un üstüne
 
Ateş bitmiş yüreğinde, sönüvermiş
Oturup kalmış işte, kül’ün üstüne
 
Ne aramışlar onu, ne de sormuşlar
Kar yağş, buz tutmuş, tel’in üstüne
 
Kırılmış umutları, bir bir tükenmiş
Tutacak dal kalmamış, dal’ın üstüne
 
Geriye bakmış, gözyaşı ve hüzün
Yıllarca yaşamış o, yıl’ın üstüne
 
Nasıl perişan bir hayattır ki, bu!
Damga vurmuşlar, pul’un üstüne
 
Paslanmış yüreği, sönmüş heyecanı
Tutulmuş, lâl olmuş ,dil’in üstüne
 
Hesabı zor olmuş, dizleri titremiş
Sorgusu suali hep, mal’ın üstüne
 
Gören duyan olmamış, feryadını hiç
Kaybolmuş gözlerden, yel’in üstüne
 
Renk cümbüşüne dönmüş, yüzü
Sararmış solmuş, al’ın üstüne
 
Bir gün uzaklaşş, gözlerden
Alıp götürmüşler , kol’un üstüne
 
Bazen yürüyememiş yollarda, ama
Seccadesini sermiş, göl’ün üstüne
 
Elsiz-ayaksız yatmış işte gidiyor
Dostların omzundaki, sal’ın üstünde
 
 
ÇEKE ÇEKE GELDİM
Yıllar böyle geçti, giryan için Ah!
Bu dertleri böyle çeke çeke geldim
 
Ne şifası bulundu bunun nede ilacı
Dertleri derdime kata kata geldim
 
Eller çıktı yücelere, seyran eyledi
Ben günahlara bata bata geldim
 
Tam kayboldum, tükendim derken
Yeniden sahnelere çıka çıka geldim
 
Nefsimle savaştım yoruldum, bittim
Sonsuz savaştan bıka bıka geldim
 
Öfkemi yitirdim, heyecan kayboldu
Kinimi, gayzımı, yuta yuta geldim
 
Mecalim tükenip, tâkatim biterken
Yerdeki dalları tuta tuta geldim
 
Taştım, çoğu zaman kabıma sığmadım
Yüreğimdeki bentleri yıka yıka geldim
 
Yokluk ne kelime, varlığa sevinmedim
Gönlümün gülünde bite bite geldim
 
Nurs’tan, Hizan’dan,  bütün âleme
Allah düşmanlarına çata çata geldim
 
Davet geldi bize İrcii Emri Celilinden
Yüreğimden nârâlar ata ata geldim
 
Dünyanın debdebesi çöktüğünde
Koydum alnımı secdeye yata yata geldim
 
Bir gün işaret geldi, Tâ Medine’den
Billahi sevincimden seke seke geldim
 
 
VEFA
Artık son dönemece girdik, dostum!
Bir merhaba desen de hoş, demesen de
 
Hây-ı huy içinde geçti bu dünya hayatı
Gayri kıymet bilsen de hoş, bilmesen de
 
Gizli gizli ağlamak oldu benim kaderim
 Gözyaşımı silsen de hoş, silmesen de
 
Hafakanlara boğulurken,  kahkahalar attın
 Her şey bitti gülsen de hoş, gülmesen de
 
Ben feryâd-ı figân eylerken, sen sustun
Âvâze-i âleme salsan da hoş, salmasan da
 
Öyle perişan yaşadım ki şu dünyada
 Yanımda kalsan da hoş, kalmasan da
 
Ben sefil, perişan, süründüm ya burada
 Bir yudum su versen de hoş, vermesen de
 
Lâzım değil dostum, ne mansıb, ne mal
Dünyayı versen de hoş, vermesen de
 
Bitti artık her şey gidiyorum, Elveda!
Beni omzuna alsan da hoş, almasan da
 
Sessizce uzanırken , musalla taşında
Bir namaz kılsan da hoş, kılmasan da
 
Uzandım işte sâkit, sâmit, lâl-ü ebkem
 Yanımda dursan da hoş, durmasan da
 
Başımda hece taşı,  çaresiz yatan ben!
Bir Fatiha okusan da hoş, okumasan da
 
 
 
                                       V E F A S I Z
 
Sürüne sürüne sana gelmek isterken
Sağıma soluma baktım, yollar vefâsız
 
Dün gece yine selâm dedim uzaktan
Senin dışında bütün, güller vefâsız
 
Damla damla buhar oldum bu âlemde
Dalıp arınmak istediğim, göller vefâsız
 
Tutuna tutuna ulaşmak istedim
Baktım ki uzandığım, dallar vefâsız
 
Mecnun gibi dolaştım dağlarda ben
Kokunu  getirmeyen, yeller vefâsız
 
Pervâne olsun bütün bir âlem dedim
Baktım da bölük-pörçük, kullar vefâsız
 
Yalnız seni görmek-varmak istedim
Durmadan değişen, haller vefâsız
 
Ağzımda tat yok, yüreğim bomboş
Sepet sepet topladığım, ballar vefâsız
 
Alev alev yandım bu cihanda, ben
Rüzgâra kapılıp giden, küller vefâsız
 
Ağlasam sabaha kadar, yetmez bana
Dua dua karıncalanmış, eller vefâsız
 
Haber yok cihandan, lâl-ü ebkem olmuş
Benden sevda götüren, teller vefâsız
 
Eteğine yapışıp da yalvarmak istedim
Sana uzanıp tutamayan, kollar vefâsız
 
Ne zaman yanıp söndü bilemedim ki
Önümü göstermeyen, kandiller vefâsız
 
Yansın Tutuşsun bütün âlem sana
Senden uzak kalan ,gönüller vefâsız
 
 
YORDULAR BENİ
Varamadım, menzile, tökezledim
Bitirdiler. Tükettiler, yordular beni
 
Tutun elimden dedim, yalvardım
İncittiler, ağlattılar, kırdılar beni
 
Perişan yaşanmış koca bir ömür
Kırdılar umudumu, sardılar beni
 
Kırk senelik bir çırpınışın sonunda
Baktım olmadık yerde,vurdular beni,
 
Nerde hata ettiğimi bilebilseydim
Billahi şerha -şerha, yardılar beni
 
Attığım adımın  hesabını yaparken
Bir meçhul zamana, kurdular beni
 
Bilen olmadı halimi, sessiz yaşadım
Garibler gibi meçhule sordular beni
 
Cevapsız soruda lâl-ü ebkem oldum
Veremedim hesabımı, gerdiler beni
 
Dağıldım, ezildim, parçalandım
İnce ince yerlere, serdiler beni
 
Âhım arşı tuttu, gözyaşım sel oldu
Dağıttılar, rüzgârlara, verdiler beni
 
Resûl-ü kibriyânın nazlı hatırına
Acıdılar, topladılar, derdiler beni
 
          YANIYORUM
 
                        Nasıl bir feryad, nasıl figan bu
                      Yetişin dostlar, ben yanıyorum. 
 
Bin bir günahın, bitmez hicabıyla
İki gözü iki çeşme, ağlıyorum
Makberde münker-nekir misali
Cevapsız sorular, soruyorum.
 
Amansız fikirler, girift sorularla
Tâ özüme karalar, bağlıyorum
 
Şerha-şerha yarılmış, bu çöllerde
Ben akarsular gibi, çağlıyorum
 
Oturmuş çaresiz insanlar gibi
Yüreğimi ateşle, dağlıyorum.
 
Şimdi bin bir yolun kavşağında
Dimdik ayakta, umutla duruyorum
 
Medet senden ey gönlümün gülü
Hafakanlar içinde, boğuluyorum
 
Merhamet Ya Rasûlallah tut elimden
 Tepelerde, zirvelerde, savruluyorum
 
Bu nasıl bir hesap, nasıl kavga bu!
Ateşler içinde ben, kavruluyorum
 
Çelikten çivilerle secdeye çakılıp
Büyük umutla, sana varıyorum
 
                          ZOR GELDİ BANA
 
                          Ey gönlümün sultanı; sana geldim Ah!
Senden ayrı yaşamak, zor geldi bana
 
Sustum olmadı, ağladım hiç olmadı
Ağyâre derd dökmek, ar geldi bana.
 
Şu kos koca,varlık âleminde
ğmadım Billahi, dar geldi bana.
 
Âlem gül-i gülistan, nevbahâr oldu
Sensiz kışa döndü, kar geldi bana.
 
Gördün işte, renk cümbüşüne döndüm
Alı al oldu, her şey mor geldi bana.
 
Âmâ pencereler gibi önümü göremedim
Billahi sensiz bütün âlem, sır geldi bana
 
Medine'nin dağı taşı, çölü toprağı
Sen varsın diye orada, yâr geldi bana
 
 Âlem mecnuna döndü, sen yoksun diye
 Yoksul yüreğimde her şey, vâr geldi bana
 
Sensizlik bitirdi, şu perişan gönlümü
Gayya ya döndü  vâhâ, nâr geldi bana
 
Yoruldu yüreğim, kalmadı mecalim!
Ferman oldu yüceden, dur geldi bana.
 
Selam  Demirkazık’tan "Faran " dağlarına
Koklayınca Medine gülünü, nur geldi bana.
 
HASRET
Utana sıkıla geliyorum, Yâ Rasûlallah
Kaybolmuş özümü buluyorum, Yâ Rasûlallah
 
Aktı gözyaşlarım coşkun seller misali
Şimdi yeniden gülüyorum, Yâ Rasûlallah
 
şündükçe Medine’nin gülünü, sokağını
Taze bir hayâle dalıyorum, Yâ Rasûlallah
 
Kara sevdaya tutulmuş âşıklar gibi
Avâzeyi âleme salıyorum, Yâ Rasûlallah
 
Çoktandır özüme sözüm geçmiyor artık
Elleri böğründe kalıyorum. Yâ Rasûlallah
 
Gecelerle gündüzler iyice karıştı Ah!
Olmayan uykumu bölüyorum Yâ Rasûlallah
 
Yüreğim uçacakmış gibi çırpındıkça
Sevinçten saçımı yoluyorum, Yâ Rasûlallah
 
İçim içime sığmıyor, mecnun misali
Ben her gün ölüyorum, Yâ Rasûlallah
 
Eyâ Nebi! Kovma dergâhından ne olur
Kabul et beni geliyorum, Yâ Rasûlallah
 
 
KERBELÂ
 
Kerbelâ’da yere düşşehidimin başı,
Şâhımı kucaklayan, çöle kurban olayım
 
Haksızlık karşısında nasıl haykırmış
Zeynep’in konuştuğu, dile kurban olayım
 
İki evlat, yedi kardeş Billahi dile kolay
şimilerden onsekiz, kola kurban olayım
 
Rasulüllahın ciğerparesi canlar yere düş
Bahçedeki yetmiş iki, güle kurban olayım
 
Şerhâ-Şerhâ yarıldı dudaklar “su” diye
Yanında coşkun akan, “sele” kurban olayım
 
Ali Rızâ’dan ne istediniz behey nâdanlar
Onu cennete uçuran, yele kurban olayım
 
Ümmü gülsüm ağladı şehitlerin başında
Mazlumlara ağıt yakan dile kurban olayım
 
Canım sana fedâ olsun, Şah Hüseyin’im
Sahrada solmayan, güle kurban olayım
 
Yapayalnız kaldı, şu kanlı Kerbelâ da
Yardımına koşan, ele kurban olayım
 
Bizi bağışla ne olur, ey benim şâhım
Seni ceddine götüren, yola kurban olayım
 
İçmediğin sular göl olacak, Zehrâ’nın gülü!
Sana ulaşmayan o suya, göle kurban olayım
 
ştün atından en son sahrâyı Kerbelâ da
Seni taşıyan tabuta, sal’a kurban olayım
 
                                     BİTLİS
Âlimler beldesi, Veliler yurdu
Bir başka kokar , gülün Bitlis
 
Senin yüreğine , bir hal olmuş
İnşallah iyi olur ,hâlin Bitlis
 
Dört sene çırpındım hizmet için
Akar boz bulanık, selin Bitlis
 
Huzur duydum , sükûn buldum
Ilgıt-ılgıt eser senin, yelin Bitlis
 
Bahar geldi, her şey dirildi şimdi
Her yerden sarkıyor ,dalın Bitlis
 
Ne yer ne içersin bilmem ama
Bitmez senin paran ,pulun Bitlis
 
Değişmem  sevgini mala, paraya
Bana gül göründü , çalın Bitlis
 
Sekiz ay kış, dört ay yaz bak hele
Van denir de senindir ,gölün Bitlis
 
Baharın başka, yazın başkadır
Âlemde meşhurdur, balın Bitlis
 
Yüreğinde aşk, gönlünde sevgi
Genişledi bu sene, yolun Bitlis
 
Hizan başka, Adilcevaz başkadır
Yem yeşil oldu senin ,çölün Bitlis
 
Emsali yoktur Ahlat’ın Tatvan’ın
Bilirim cömerttir senin ,elin Bitlis
 
Nurşin bir tarih, Mutki hazinedir
Allah’ a yâr olmuştur ,kulun Bitlis
 
 
                                ASRIN MÜTEFEKKİRİ
 
 
Malımızı, mülkümüzü döktük pazara
Canımız cânânımıza, kurban diye geldim
 
 Süründük yolunda, bin parça olduk
 Bir ben değil âlem, hayran diye geldim
 
Saçımız adedince canımız olsa da
Her gün yoluna, kurbân diye geldim
 
Gitsin başımız, feda olsun yolunda
Hakkımda ezelden, ferman diye geldim
 
Nefsini feda etmiş Allah yolunda
Dünya çapında, pehlivan diye geldim
 
Almış yüce kitabı, atılmış ileriye
Kelam-ı Kadime, Kur’an diye geldim
 
Niye korksun, niye ürpersin ki
Eldeki hakikate, Bürhan diye geldim
 
Bir yer görünür bir de gök orada
Ben buraya, Nurs-u Hizan diye geldim
 
Dökülmüş yaprakları, dalları kırılmış
Çorak yerlerdeki, Hazan diye geldim
 
Hayatından çok, mevtinde var olmuş
Âlem bu yiğide, Hayran diye geldim
 
Güller ilerde, bir bir açacak Billahi
İşte hendek işte, meydan diye geldim
 
Sahipsiz kalmadık başımız var bizim
Araya, sora hani, kahraman diye geldim
 
Çıkmış ortaya, yalın kılıç atılmış
Bu yiğide , Bediüzzaman diye geldim
 
ATIVER GİTSİN
“Nefis imiş yere vuran yiğidi”
Onu birkaç pula ,satıver gitsin
 
Dertler yığın-yığın, baş edilmez
Bir dertte sen ,katıver gitsin
 
Söyleme kötüyü içinde kalsın
Hepsi bir lokma , yutuver gitsin
 
Elleri böğründe kalırsan bir gün
Dünyanın ipini ,çekiver gitsin
 
Son nefesinde yutkunursan eğer
Gerçekleri söyle de, bitiver gitsin
 
Sönmüş heyecan  küle dönmüş
Nurunla Halil’i, yakıver gitsin
 
Halil’im sürünüp var da yanına
Ayağına kement, takıver gitsin
 
Olmadın, olmadın, olmadın gitti
Nefsini nârına doğru,atıver gitsin
 
Yeter mi bu âmâlin bilmem ki sana
Son nefesinde imanla ,çıkıver gitsin
 
Ya Rasûlallah sana çok muhtacım
Bana şefkatinle, bakıver gitsin
 
 
ARZU HAL
 
 
“Mah cemalin güneş midir ay mıdır?
Baktıkça yüzüne, bakasım gelir"
 
Senden ayrı kalan yıllara baktım  
Hepsini bir pula, satasım gelir
 
Çırpınan ruhumu taşıyamadım
 Candan bedenden, bıkasım gelir
 
Eyâ Rasül, Aradaki engellerin
 Billahi hepsini, yıkasım gelir
 
Utana sıkıla  gelebilsem yanına
Gerideki köprüleri ,atasım gelir
 
Günahımdan hicab etmesem eğer
Gelip de ayakucuna, yatasım gelir
 
Bir tebessüm görsem nur yüzünden
Divaneler gibi sokağa, çıkasım gelir
 
Müjde alsam senden günün birinde
Bütün bir mâsivâdan, kaçasım gelir.
 
İşaret görsem gecenin bir saatinde
Şu dünyayı birbirine, katasım gelir
 
Görsem bir huzme, bir ışık, bir nur
Kalbimin üstüne, takasım gelir
 
Yine gelirsem bırakma Ya Rasûlallah
Artık hepyanında, kalasım gelir
 
                                    
                                           OYUN BİTTİ
 
Dolaştım gurbetin, zümrüt yamacında
Ne çırpınıyorsun, “oyun”, bitti dediler
 
Nerede Allah aşkına, güzel insanlar
Onlar iyi atlara binip, gitti dediler
 
Ne desem boş, ne yapsam nafile
Çektiklerimiz canımıza, yetti dediler
 
Sürünüyoruz dizde mecal kalmadı
Felek aşımıza zehir ,kattı dediler
 
şman kavi, Tâli’ zebun olmuş
Çaresizlik, belimizi, büktü dediler
 
Yıllar var ki; bu derdin zebunuyuz
Bu acı üstümüze, çöktü dediler
 
Duyamadık ircii Emr-i Celilini
 Baykuş zamansız, öttü dediler
 
Duyanlar duydu, görenler gördü
Gözde yaş yerine kan, aktı dediler
 
Hallaç misali ,can pazarında
İki kelimeye canını, sattı dediler
 
Halil’i mi soruyorsun öyle  gitti ki
Giderken tozu dumana ,kattı dediler
 
Bir hoş sedâ bıraktı mı bilinmez
Başucuna hece taşını ,dikti dediler
 
İnanmış dört Müslüman’ın omzunda
Sultanlar gibi tahtında, gitti dediler
 
Sahnede iyi oynadı mı bilinmez
Giderken de perdeyi yıktı dediler
 
Öyle bir hayat yaşadı ki, sonunda
Yaşamaktan usandı, bıktı dediler
 
Onun elinden tuttu efendisi, acıdı
Yücelerin yücesine çıktı dediler
 
Halil’in macerasına bakın, görün
Vedalaştı bizimle çekip,gitti dediler
 
Dönülmez yolculuğa çıkarken
Kalanların figanı arşı, tuttu dediler
 
Fatiha okumak için aradılar onu
Şimdi istirahatgâhına yattı dediler
 
 
 
 
ÖLÜM
 
 
Az yaşa, çok yaşa, bir gün gelecek
Usulca yaklaştı ölüm, geldi dediler
 
Ona öyle  oyun oynadı ki hayat
Sonunda özündekini, çaldı dediler
 
Ağladı, sızladı, bin feryad ile
En son gözyaşını, sildi dediler
 
Arayan aradığını, bulurmuş mutlak
Kavuştu Mevlasına, buldu dediler
 
Çırpınıp durdu, bütün ömrünce
Baktı derin uykuya, daldı dediler
 
Yalvardı yakardı , fayda vermedi
Gördüm saçını başını, yoldu dediler
 
Eller uçarken şimşek hızıyla
Yürüyemedi yaya, kaldı dediler
 
Öyle bir ferya sundu ki, herkese
Âvâze-i Âleme, saldı dediler
 
Aradı işte kavuştu muradına
Sonunda olanlar, oldu dediler
 
Ölçtü, biçti, tarttı, anladı da
Dünya ne imiş, bildi dediler
 
Yapraklar gibi titredi, korkudan
Benzi sarardı ve, soldu dediler
 
Şehitler gibi kanıyla abdest alıp
Ayakta  vefa namazı, kıldı dediler
 
El salladı, bütün âleme giderken
Son bir tebessümle, güldü dediler
 
KORKARIM
 
Gecem-Gündüzüm belli değil Ah!
Allaha yar olmayan ,kuldan korkarım
 
Nasıl varayım sana Ya Rasûlallah!
Sana ulaşmayan, yoldan korkarım
 
Bir ömür Hakkı söyledi bu yürek
En son dönmeyen, dilden korkarım
 
Ey Gönlümün gülü, kölen olayım
Şu değişip duran ,halden korkarım
 
Boynumda zincirle yerde sürüneyim
Eteğine yapışmayan, elden korkarım
 
Ben koca  ummanları hayâl ederken
İçinde boğulduğum ,gölden korkarım
 
Kaça aldım, kaça sattım bilemedim ki
Hesap veremediğim, maldan korkarım
 
Bilirim senden başka istinadım yok
Tutunca elime gelen ,daldan korkarım
 
Yalınayak düştüm şu nurlu yollara
İçinde kaybolduğum ,çölden korkarım
 
Lâlezâr ve gül-i zâr içindeyim amma
Senin gibi kokmayan, gülden korkarım
 
Süphan dağlarından uzansam  oraya!
Bana geçit vermeyen,belden korkarım
 
Sana doğru aşkla akan ırmaklar var
Beni getirmeyen, selden korkarım
 
Ruhum öylesine çırılçıplak kaldı ki
İlk defa bugün ,ölümden korkarım
 
 
 
SOR BENİ
 
 
Bir gün gözlerden kaybolursam eğer
Dağlara, taşlara, yollara sor beni
 
Anladım ki gölge avına çıkmışım ben
Uzanıp  tutamadığım, dallara sor beni
 
Nice bin cefa çektim şu dünyada
İzim sıra yürüyen, kullara sor beni
 
Kerbela'da yaşadım inledim durdum
Yanımda coşkun akan, sellere sor beni
 
Koştum ulaşamadım, uzandım tutamadım
Özünü çoktan yitirmiş ballara sor beni
 
Şerha şerha yarıldı yüreğim işte gör
Yarım asırdır inleyen, dillere sor beni
 
Hedefini bulamamış gümüş ok gibi
Durmadan savrulan, küllere sor beni
 
Musallada nasıl bilirdiniz dendiğinde
Şahadet için yükselen, dillere sor beni
 
Gidiyorum sessiz, sedâsız, mahzun
Taht misal giden ,sal’lara sor beni
 
ANLADIM
 
Dermansız dertlere dûçâr olduğumu
Dünyada yapayalnız kalınca anladım
 
Güllerin Efendisine olan aşkımı
Yüreğimi sevdaya, salınca anladım
 
Nasıl Âdem olduğumu, bilmedim ama
Ötelerden bir davet, alınca anladım
 
Ağlaya, inleye nasıl geçti bu hayat
Bunu; ecel kapıyı ,çalınca anladım
 
Ölüm nasıl bir şeydir, bilmek zor
Rengim sararıp-solunca anladım
 
Şeb-i Yelda nedir? sen onu bana sor
Hafakanlar uykumu, bölünce anladım
 
Gülmek ne kelime, tebessümü bilmem
Başkaları kahkahayla, gülünce anladım
 
Ne kadar yanıldığımı, aldandığımı
Gerçekleri bir bir, bilince anladım
 
Keder, hüzün, ızdırab bütün bunlar
Kalbimi kurşun gibi, delince anladım
 
Gerçekten kaçtım, ışığı görmedim
Bunu sonsuz hayâle, dalınca anladım
 
Çırpına çırpına geçti koca bir hayat
Bunu son basamağa, gelince anladım
 
İnsan beşer, işler günah dörder beşer
Gözyaşıyla günahları, silince anladım
 
Sonsuz hayalde,ve uykudaymışım
Ben bütün bunları ,ölünce anladım
 
 
ÇÖZÜLMEDİ
 
 
Yumak yumak içimde ki derdim
Kördüğüm oldu, çözülmedi gitti
 
Elim-kolum bağlandı, gelemiyorum
Böyle kurulmuş , bozulmadı gitti
 
Şu nefsimle ne kadar, savaştım  
Dik tuttu başını, ezilmedi gitti
 
Yüküm ağırlaştı, çekemez oldum
Hesabımın üzeri, çizilmedi gitti
 
Yandım, tutuştum eridim ama
Özüm imbikden ,süzülmedi gitti
 
Bölük-pörçük oldu hayatım
Hepsi  hizaya, dizilmedi gitti
 
İçinde boğuldum, türlü tuzakların
Önceden bir bir, sezilmedi gitti
 
Hem okudum, hem yazdım işte
Kaderimde sükûn, yazılmadı gitti
 
Neler vermezdim, huzur ve sükuna
Şu garip hayatım düzelmedi gitti
 
Yedi iklim dört köşe, dolaştım ama
Şu içimdeki dünya, gezilmedi gitti
 
Gelen-geçen, bir fatiha okusun diye
Yamaçlara bir mezar, kazılmadı gitti
 
 
                                   DİLİNDE KALDIM
 
 
Sustum, çığlıklarım sessiz oldu
Yine de Âlemin dilinde kaldım
 
Ulaşamadım menzile, yerde süründüm
Güle giden Telgrafın, telinde kaldım
 
Çıkamadım sahile, yerde süründüm
Yönümü şaşırdım, gölünde kaldım
 
Yol göründü galiba, menzil yakındır
Şu divane gönlümün ,elinde kaldım
 
Bülbül yetişemedi, kuzgun parçaladı
Tomurcuk güllerin, gülünde kaldım
 
Ne işe yaradım dünyada bilemedim
Ermedi meyvelerim, dalında kaldım
 
Billahi çok istedim, çırpındım ama
Varamadım ayağına, yolunda kaldım
 
Haddimi bilmedim, yücelerde dolaştım
Aşılmaz yamaçların, belinde kaldım
 
Bu ne hayaldir, ne rüyadır bilinmez
Yürü diyenin elinde, kolunda kaldım
 
Aktım, coştum, menzile varmak için
Buhar oldum semada, çölünde kaldım
 
Öze gidemedim, Kıyl-u Kâlde yaşadım
Bal yapamayan arının, balında kaldım
 
Ne önde, nede arkada göründüm
Kalabalığın sağında-solunda kaldım
 
Gülzâre giden su gibi sessiz akarken
Coşkun akan ırmakların, selinde kaldım
 
Az yaşa, çok yaşa, menzil yakındır
Göç zamanı geldi, ölümde kaldım
 
 
 
                                    ONA YANARIM
 
 
Bülbül gibi şakıyıp dururken
Lâl oldu dilimiz, ona yanarım
 
Varabilmek için son menzile
Bağlandı  yolumuz, ona yanarım
 
Bilirim  başka sığınacak yok!
Kırıldı dalımız, ona yanarım
 
Kâr mı ettik  zarar mı bilmedim
Geçmedi pulumuz , ona yanarım
 
Biz ummanları hayal ederken
Kurudu gölümüz, ona yanarım
 
Bir ömür bahçede gül aradım
Kokmadı gülümüz, ona yanarım
 
Huzuruna pâk varmak istedim
Büküldü  belimiz, ona yanarım
 
Tutunmak istedim eteğine ama
Yetişmedi kolumuz, ona yanarım
 
Kimler  nasıl bilir bizi, bilinmez
Perişan oldu halimiz, ona yanarım
 
Onlar çağlayanlar gibi  coşarken
Kesildi bizim, selimiz, ona yanarım
 
Durmadan hesab edib dururken
şman oldu malımız, ona yanarım
 
Ne almayı bildik, ne de vermeyi  
Bağlandı kaldı elimiz, ona yanarım
 
Yetişin, ey dostlar gelin buraya!
Ortada kaldı ölümüz, ona yanarım
 
 
                           OLMADIM GİTTİ
 
 
"Günahım yâd edip bağrıma taşı
Çalmadım çalmadım çalmadım gitti"
 
Ezelden ebede giden, nasihati
Almadım almadım almadım gitti 
 
Başımı taşlara vurdum da, gerçeği
Bulmadım bulmadım bulmadım gitti
 
Yüz kere, yüz sürdüm eşiğine de
 Kalmadım kalmadım kalmadım gitti
 
Şu azgın nefsimi tutup ta, hizaya
Gelmedim gelmedim gelmedim gitti
 
O kadar eşikte durdum, ama kapıyı
Çalmadım çalmadım çalmadım gitti
 
Ben tâ ezelden, çile harmanıyım
Gülmedim gülmedim gülmedim gitti
 
Âleme telkin ettiğim ezeli sevdayı
Bilmedim bilmedim bilmedim gitti
 
Çok istedim de, bir vefa namazı
Kılmadım kılmadım kılmadım gitti
 
Dostumdan utanıp da o günahları
Silmedim silmedim silmedim gitti
 
Sevdalandığım güzelim rengi bulup  
Solmadım solmadım solmadım gitti
 
Pir-ı pâk yunmak, için Havz-ı kevserde
Dalmadım dalmadım dalmadım gitti
 
Ya Rasûlallah diye çırpınan feryadı
 Salmadım salmadım salmadım gitti
 
Adam olup "herkese karşı bir âdem"
Olmadım olmadım olmadım gitti
 
Şahadeti getirip gümbür gümbür
Ölmedim ölmedim ölmedim gitti
 
 
 
SON YOLCULUK
 
Taht misali kurulmuş gidiyor, lâl-ü ebkem
Üç beş dostun omzunda gördün mü?
 
Tâbutuna çivi çakılmış, nedendir acep?
Eğilip halin nicedir diye, sordun mu?
 
Bu nasıl bir iştir, ölüm nasıl bir son?
Nasıl ölünür, sende hayaller kurdun mu?
 
Götürenler gaflet içinde, giden çaresiz
Tabutuna bakıp, yüreğine vurdun mu?
 
Hey efendi! Ölüm nedir, kabir nasıl bir şey
Daracık yere nasıl girilir, kafa yordun mu?
 
Sorgular nasıl olur, cevaplar nicedir Ah!
Bu hesabı sen önce, kendine sordun mu?
 
Mecburi istikametli bir başka yol bu,
Gidenler hiç gelmiyor, farkına vardın mı?
 
Âsân eyle süâli-hesâbı ne olur Yâ Râbbi
Boynu bükük bir garip geliyor gördün mü?
 
Ne getirdin deme bana ne olur Yâ Râb!
Ellerim, bomboş geliyorum gördün mü?
 
Kaddim büküldü suçlarımın ağırlığından
Kulum! Sırtındaki nedir diye sordun mu?
 
Akrebin zehirli kıskacında kıvranıyorum
Allahım! Bu garibi lütfunla sardın mı?
 
 
 
                                            UZUN YOLCULUK
 
                                             Uzun bir sefere çıkacağım dostlar
                      Yürüyeceğim, tâ nefesim, bitene kadar
 
                  Ağlayacağım son defa hıçkıra hıçkıra
                                        Gözyaşlarım kuruyana, bitene kadar                                  
 
                                         Kaybolacağım artık, gözden, gönülden
Uzaklaşacağım, dosta gidene kadar
 
Yolun sonu uçsuz bucaksız, bir mâverâ
Yaşayacağım ölüm acısını, tadana kadar
 
Yürüyeceğim ağır-ağır nefes bitecek
Tâ asıl yurduma, asıl vatana kadar
 
Bitmeden şu dünya ile benim cidalim
Kavgam var tâ, tabuta yatana kadar
 
Allahım mühlet ver bana ne olur?
Dünyayı üç-beş pula, satana kadar
 
Arzu hâlimdir yaşamak isterim Ah’
İçimdeki dünyayı, söküp-atana kadar
 
Biraz daha, biraz daha ne olur!
Nefis putunu indirip, yıkana kadar
 
 
Ayakta tut beni ne olur Allahım!
Sırtımdaki ağır yükü, atana kadar
 
Yol ver Allahım ne olur yol ver!
Yolun sonu cennete, çıkana kadar
 
 
 
                              ÖZLEDİM
 
Özledim Köyümün Dağını, ovasını
Bir gün ansızın,gelesim geldi
Avcı yokuşu, Hüseyinli, Kalın ağıl
Uzundere, Avlağı ları, göresim geldi
 
Dururmu yerinde Gölcük, Babadağı
Duaya çıkılır mı diye, bilesim geldi
 
Çal dağı aşık olmuş sarıkıza
Duydum ıslıklarını, gülesim geldi
 
Samaylıdan çıkılır, Yayla arasına
Ötesine Kavaklımı denirdi, sorasım geldi
 
Kaç kez Gaflamdan su içtim Ah!
Şimdi biraz burada, durasım geldi
 
Karabel’in, Çarkkaya’nın  suları
Bir yudumda bir testiyi, içesim geldi
 
Mezarlıktan geçerken duayı unutup
Korkudan Türküyle, geçesim geldi
 
Bağ beklerken okuduğum ezanları
Hatırladım da yine, okuyasım geldi
 
Yüreğim sızladı özledim ta derinden
Yaya olmasa da, tabutta gelesim geldi
 
Eski Cami bin hatıra, dolu ama
Gidip  yeni Camide, gürleyesim geldi.
 
Birçok mekânları unutmuşum, yazık
Durdurupda birisini , sorasım geldi
 
İğdeli pınardan bir su için, şimdi
Kuyudan su içilirmi diye, sorasım geldi
 
Göktepe’de, Gürlek’te yayla varmı?
Çobanlara bir  selam ,veresim geldi
 
Köyümün güzel insanları, nasılsınız?
Uzaklardan merhaba, diyesim geldi
 
Aşılık denirdi, unutmamışım hele
Ebeme bir Fatiha, okuyasım geldi
 
Hasan dağından hasret yükseldi şimdi
Köyümün , toprağını, koklayasım geldi
 
                               Dedeme, Ebeme, Babama, Anama
Mekânınız Cennet olsun ,diyesim geldi
 
Bir bir yâdıma geldi bütün mekânlar
Gidip de biraz köyümde, kalasım geldi
 
 
 
                       
SILA HASRETİ
 
Ey benim sılam! Canım yurdum!
Geliyordum sana yollar, kapandı
 
Şu ülkemin zümrüt yamaçlarında
Dolaştım dağları, beller kapandı
 
Yandı yüreğim, kurudu dudaklarım
Hasret başa düştü, diller kapandı
 
Kimseyi görmedim, yıllar var ki ah!
Ellerim boşa düştü, kollar kapandı
 
Bir göründün, bir yok oldun neyleyim
Yaş Altmış üç oldu, yıllar kapandı
 
Bir ah çektim ki ciğerim kavruldu
Damla düşmedi gökten, seller kapandı
 
Tutunayım, sılanın yeşil yaprağına
Tuttuğum elimde kaldı, dallar kapandı
 
Acı baharın kokusu, burnumda tüttü
Koklamak istedim ama güller kapandı
 
Nefes alamıyorum artık, boğuluyorum
Esmedi Bâd-ı Sabâ, yeller kapandı
 
Zümrüt yamaçlar, yeşil vadiler Ah!
Ona bile razı idim, çöller kapandı
 
Demirkazık dağlarından, uzattım elimi
Açtım kollarımı ama, eller kapandı
 
Haber yok sıladan, selam kesildi
Merhaba diyen yok, diller kapandı
 
Sultanlar gibi çıka geliriz, tabut üstünde
Demeyin bana ne olur! Sal’lar kapandı
 
 
 
 
                                       ÇOK ÖZLEDİM
 
 
 Köyümün Dağlarını, ovalarını
Tozlu Topraklı, yollarını özledim
 
Kırlarını, Bağlarını, Bahçelerini
Mis gibi kokan, güllerini özledim
 
Gezerken Çalardı’nda, Harımiçi’nde
Ergenlerin uzanan, dallarını özledim
 
O saf, temiz yürekli insanların
Fakir – Zengin, hallerini özledim
 
Yıllar var ki, hasret kaldım, Bayramlara
Öpmek için büyüklerimin, ellerini özledim
 
Yağmurlar yağarmı hâlâ çılgınca
Koca çaydan akan, sellerini özledim
 
Duydun mu Halil Hoca ders verecekmiş
Deyip birbirine soran, dillerini özledim
 
Arefe günü lebâleb Camileri doldurup
Sonra mezarlığa koşan, kullarını özledim
 
Dağlarında ovalarında,  çok olmayan
Hüzünle geçirdiğim, yıllarını özledim
 
Nede zor geçerdi o güzelim kışlar
Garibin bağrına esen, yellerini özledim
 
Uzun dere, Avlağı, Kalınağıl Avcıyokuşu
Ovalarını, dağlarını, bellerini özledim
 
Bakalım bir avuç toprak nasip olur mu?
Köyümün toprağını, küllerini özledim.
 
 
 
                          GÖRDÜM DE GELDİM
 
 
Dağlar, Çöller, Beller dolaştım
Köyümde vîraneler gördüm de geldim
 
Terkedilmiş yurtlar, yıkılmış evler
Hani sahipleri diye, sordum da geldim
 
Köyümün mezarlığındaki güzel insanlar
Ruhunuza bir fatiha, verdim de geldim
 
Özledim Yüreğimdeki eski köyümü
Hasretle ocağına, vardım da geldim
 
Yetim-i akran olmuşum canlar Ah!
Dostlarımın hayalini, kurdum da geldim
 
Gürlek bir yana, fakı yakına gelmiş,
Kurumuş derelere su, verdim de geldim
 
Dunnacı’dan öteye bir nefhada geçtim
Ballıktaş nerede diye, sordum da geldim
 
Gürlekteki suyu, Hüseyinli’de gördüm
Bir yudum içtim, vuslata erdim de geldim
 
Yattım olmadı, kalktım hiç olmadı
Kuyluk’ta birazcık, durdum da geldim
 
Herkes gitmiş, bir ben kalmışım geride
Yaralarımı hüzünle, sardım da geldim
 
Gidenler gitmiş, kalanlar tanımıyor
Halil Hoca’yı onlara, sordum da geldim
 
Kimse bilmedi, unutulmak ne acı Ah!
Bunun hesabını içimde, verdim de geldim.
 
Bir Ramazan  aranızda kalayım ne olur!
Bunu sözü yüreğimde, verdim de geldim
 
Attım kendimi kucağına güzel köyümün
Muhabbetten duvarlar, ördüm de geldim
 
                              SÖZ KALMADI
 
 
Uzadıkça uzadı “zindan”’daki yıllarım
Bundan böyle söylenecek, söz kalmadı
 
Çelikten bir çiviyle çakılmak isterdim
Başımı yerlere vuracak, yüz kalmadı
 
Dolaştım bu yamaçlarda tam yarım asır
Ömür bitti, yol bitti, varacak, düz kalmadı
 
Geleyim mi anacığım, alır mısın beni
Bitti tâkatım, dayanacak, diz kalmadı
 
Mevsimler birbiri ardına çekip gitti
Şimdi artık hazân oldu, yaz kalmadı
 
Elden ayaktan kesildi, nazik bedenim
Artık yarınları görecek, göz kalmadı
 
Bir nefhada geçerdim âfâk-u zemini
Şimdi adım atacak, hız kalmadı
 
Ne ağızda tat, ne yürekte heyecan
Şirâzesi koptu dünyanın, haz kalmadı
 
Ne tanıyan, ne dinleyen, kimse yok artık
Bitti serzenişler, sitemler, naz kalmadı
 
Artık incindi gönlüm, kırıldı kalbim
Telleri koptu yüreğimin, saz kalmadı
 
Billahi şu dünyada yapayalnız kaldım
Sağa baktım, sola baktım, kılavuz kalmadı
 
Yandı tutuştu yüreğim, âhım arşı tuttu
Şu yanan yüreğime koyacak, buz kalmadı
 
Ey gönlümün gülü tut elimden ne olur!
Izdırabım malum, söylenecek, söz kalmadı
 
                      
                             GELEMEM GAYRI
 
 
 
                             
                              Yollar çok uzadı, Hasret başa düştü
Dizlerim tutmuyor, gelemem gayri
 
Gözümden akan yaşlar revan oldu
Ellerim titriyor, silemem gayri
 
Dertler benim Yâr-ı Vefakârım oldu
Tebessümü unuttum, gülemem gayri
 
Zifiri karanlık, önümü göremiyorum
Encamım ne olur, bilemem gayri
 
Bildiğim bir şey var, Yolum Hak mı Hak!
Girdiğim hak yoldan, dönemem gayri
 
Elinde mum taşıyan âmâlar gibi
Kendimi yakmışım, sönemem gayri
 
Bir yere doğru akıyorum, gürül gürül
Çağlayanlar gibi oldum, dinemem gayri
 
Son noktaya geldi mi biter her şey
Avâze-i âleme salamam gayri
 
Sessiz, Sakin, lâl-ü ebkem olurum
Uzatsam da elimi alamam gayri
 
Görev bitti mi, nöbet tamam mı?
İş bitince bu dünyada kalamam gayri
 
Ben katre katre buhar olmuşum
Okyanustan göllere dalamam gayri
 
İşte damla damla bitti, bu hayat
Kabtan kaba boşalıp dolamam gayri
 
Aradım gönlümün gülünü buldum
Rengime kavuştum solamam gayri
 
Biliyor musun dostuma ulaştım artık
Oturup saçımı yolamam gayri
 
Kim çaldı kim oynadı bilemedim
Ben haktan başka hava çalamam gayri
 
Yapıştım Efendimin eteğine bırakamam
Ayaklarına kapandım salamam gayri
 
Gönül! Dostunu buldun daha ne ararsın
Efendimden başka Yâr bulamam gayri
 
Ne mal, ne mülk, ne evlat, ne bir şey
Ya Rab! Senden başkasını dilemem gayri
 
                                gezdim de geldim
 
 
 
                         Yerdemiyim, göktemiyim bilemedim Ah!
Dolaştım yedi iklimi, gezdim de geldim.
 
Basımdaki kara, kapkara sevdayı
Oturdum bir-bir, yazdım da geldim.
 
Uzandığım dallar hep elimde kaldı
Yalan dünya senden, bezdim de geldim.
 
Ne ben sana varabildim, ne sen bana
Şu efsimin üstünü, çizdim de geldim
 
Ne zulümler etti bana, ne ezalar
 Nefsimle arayı, bozdum da geldim.
 
Demirkazık'tan "Faran" dağlarına selam
Başıma gelecekleri, sezdim de geldim.
 
Bir ömür geride kaldı, bin feryad ile
                          Estim, yağdım, tozdum da geldim
 
Boşamı gitti, koca bir ömür eyvah!
 Derdime ağıtlar, dizdim de geldim.
 
Kılı kırk yardım, son feryad ile Ah!
İmbikden sevdamı, süzdüm de geldim.
 
Bu gece gönlümün gülü  el uzattı bana
İçtim " Âb-ı Kevser "i sızdım da geldim.
 
                          Hayırla ansınlar, Fatiha okusunlar diye
Yol kenarına bir mezar, kazdım da geldim.
 
 
GİDELİM
 
 
Bittin, artık benim divane gönlüm
Şu gözlerindeki yaşı, sil de gidelim
 
Kenarda köşede bir ömür tükettin
Ebedi, derin gerçeği, bil de gidelim
 
Dağıttın, savurdun şu güzel ömrünü
Ara onları bir bir, bul da gidelim
 
Selam kalmamış hiç, merhaba yok
 Tacını, tahtını yanına, al da gidelim
 
Kırıldın, döküldün. zülfün dağıldı
Rasûllullaha varan, yolda gidelim
 
Sessiz yaşadın dünyada kim bildi ki                                
Haydi !Avâzei âleme ,sal da gidelim
 
Ağladın,damla damla boşaldın Ah!
Son defa aç yüreğini, dol da gidelim
 
Nerdesin ey benim divane gönlüm
Çok özledim yanıma, gel de gidelim
 
Der dururdun, bıkmadan, usanmadan
Huzurda  veda namazı, kıl da gidelim
 
Bir ömür süründün yerlerde, ağladın
Sessiz gemide, omuzda, kolda gidelim
 
Kimse bakmadı sana , şeydâ gönlüm
Hatıra kalsın, gönülde dilde gidelim
 
Bilen olmadı halini,içten ağladın  
Sil gözyaşlarını artık, gül de gidelim
 
 
                         
                      GÖNÜLDAŞ BULAMADIM
 
Gece demedim gündüz demedim
Soframda yiyecek, aş bulamadım
 
İmar ettim yedi iklim dört köşeyi
Mezara koyacak, taş bulamadım
 
Kurudu gözlerim, dalım kırıldı
Gözümden akacak, yaş bulamadım
 
Sen yürü biz arkandayız dediler
Sonsuza kadar,arkadaş bulamadım
 
Her şey olgunlaştı, yerine oturdu
 Secdeye koyacak, baş bulamadım
 
Kıvrandım geceleri, çılgınlar gibi
Hayra yoracak,düş bulamadım
 
Dövündüm bin pişman oldum ama
Bağrıma vuracak,taş bulamadım
 
Kime inandım, kime güvendim
Yola gidecek,yoldaş bulamadım
 
Yediğimiz ayrı  yolumuz bir olsun
El ele gidecek,gönüldaş bulamadım
 
Yazı-Baharı çoktan kaybettim
İçinde yanacak,kış bulamadım
 
Potada eridim, tezgâhta dokundum
Tezgahın yüreğinde nakış bulamadım
 
Yüreğim pır-pır oldu, çırpındı ama
Rahmet olup akan,yağış bulamadım
 
Yaka paça oldum kendi özümle
Sulh-u salah oldu,barış bulamadım
 
Ya leyl! dedim çöllerde feryâd ettim
Şöyle dertleşecek, haldaş bulamadım
 
Ağladım olmadı, sustum olmadı
Doldurdum her şeyi,boş bulamadım
 
Bîtap oldum, bende derman kalmadı
Nefsimle yapacak,savaş bulamadım
 
Halil’in hali pek yaman oldu doğrusu
Elimden tutacak,gardaş bulamadım
 
                                       GEL DEDİLER
 
Kapılarına vardım dilenci misali
Bu hakikati, bil de gel dediler
 
Ağlamakla olmaz, amel gerekir
Gözyaşlarını, sil de gel dediler
 
 Kaf dağının ardında sırlar varmış
 Onları arabul, al da gel dediler
 
 Kucağımdakileri döktüm ortaya
 Olmayanları, bul da gel dediler   
 
 Ferhat misali dağları, taşları
  Sevda ile,del de gel dediler
 
 Kılık  kıyafet yok üryan gideceksin
 Kefenleri bırak, çul da gel dediler
 
Bu ne heva,bu ne heves efendi!
Oku Rabbini ,bil de gel dediler
 
Yüreğin kurumuş, dalları kırılmış
Sevdâ çiçeğini bul da gel dediler
 
Denizlerde kaybolup gitmişsin
Ummanlara, dal da gel dediler
 
Sona yaklaşıyorsun, gemi rıhtımda
Aç yüzünü Âleme,gül de gel dediler
 
Bülbüller , güller selama durmuş
Bir demet  gül, der de gel dediler
 
Git Rasülullaha, eşiğine yüz sür
Bir vefa namazı, kıl da gel dediler
 
Sitare-i  Kâbeye yapış, yalvar
Sen orada dur, kal da gel dediler
 
İsrâfil misali, suru üfle son defa
Şimdi kendini,al da gel dediler
 
 
GÖZYAŞI
 
Nasıl da yandım kavruldum bu gece
Seccâdem sırılsıklam, gözler ağladı
 
Mevsimler kayboldu, sarardı gitti,
Ömrümün baharı bitti, güzler ağladı
 
Neyleyim ki perişan geçen bir ömür
Baharlar geçip gitti yazlar ağladı
 
Yükselen feryâda bak, nasıl inliyor
Teller ayrı çırpındı, sazlar ağladı
 
Hafakanlar sararken, bütün âfâkımı
Söndürmedi ateşimi, buzlar ağladı
 
Geçmişe bakıp da utandım Ah!
Gözlerde yaş kalmadı, özler ağladı
 
“Çok”lar çoktan tükendi bitti de!
Geride perişan kalan “az”lar ağladı
 
Geceler bitip-tükenmeyen geceler
Geceler karanlık, gündüzler ağladı
 
Ömrüm sona ererken her şey bitecek
Şimdi kelam yetmedi, sözler ağladı
 
Nasıl da geçti koca bir ömür Ah!
Yollar kaybolup gitti, tozlar ağladı
 
İstikbâlime bakıp da  titrerken
Sitemler bir yana nazlar ağladı
 
Yürüdüğümü sanmıştım, sürünmüşüm
Dertlerim bile çırpındı, haz’lar ağladı
 
Feryad figan, menzile varırken
Yamaçlardan düştüm, düzler ağladı
 
Ömrün zümrüt tepelerinde koşarken
Şimdi beller tutuldu, dizler ağladı
 
Bütün bir kâinât lâl olup kaldı
Ay-güneş birlikte, yıldızlar ağladı
 
Bir umut, bir ışık ver ne olur Yâ Râb!
Şu önümdeki rehber, kılavuzlar ağladı
 
 
                                   SIRLAR GELDİ GEÇTİ
 
 
Baktım şu garip perişân dünyâyâ
Nice söylenmedik,sırlar geldi geçti,
 
Salınıp gezindiler  koca sahnede
Nice yiğitler,erler geldi geçti
 
Gördük şu hâyâtın hep kışını-yazını
Umulmadık hayırlar,şerler geldi geçti
 
İnsanlar gördük umutsuz, üryan
Nice içi boş,elbiseler geldi geçti
 
Neleri ve neleri ayan-beyan gördük
Nice tufanlar,seller geldi geçti
 
Çekilmez oldu şu perişân hayat
Kısacık ömrümde,neler geldi geçti
 
Soldu bir-bir umut çiçeklerim
Kokmayan nice,güller geldi geçti
 
İhtirama durmuş şimdi bütün bir âlem
Yolunu bulamamış,kullar geldi geçti
 
Nâçâr kaldılar şu, perişân yollarda
Tutamadıkları nice,dallar geldi geçti
 
Tersine döndü şu koskoca Âlem
Çiçeğini bulamamış,ballar geldi geçti
 
Kurudu bütün bir iklim-i cihan
Şerhâ-şerhâ olmuş,çöller geldi geçti
 
Resmi geçit yaptı bütün bir kâinât
Ağır aksak nice,Halil’ler geldi geçti
 
 
                                       geldi geçti
 
Neyleyim yazı neyleyim baharı
Başımdan bir,kış geldi geçti
 
Uyudum uyandım, döndüm olmadı
Gecelerimden bir,düş geldi geçti
 
Ne uzun gün, ne uzun geceymiş
Gözlerimden bir,yaş geldi geçti
 
Ben içimden yandım, tutuştum
Başkaları oh dedi,hoş geldi geçti
 
Ne ağır dünya, ne ağır imtihanmış
Birçok arzularım,boş geldi geçti
 
Bülbüller ah dedi, güller naz eyledi
Gönül dalımdan,baykuş geldi geçti
 
Gün oldu yerlerde sürünürken
Bir gün baktım ki,baş oldu geçti
 
O rütbe ağladım, o kadar yandım 
Gözlerimdeki yaşlar,taş oldu geçti
 
Çırpındı yüreğim, yükseldi ahım
 Uçup giden ruhum,kuş oldu geçti
 
Ne yandığım belli, ne ağladığım
Bağrıma vura vura,taş oldu geçti
 
Kader herkese güldü, oynadı, oynattı
Bana düşman, ele,arkadaş oldu geçti
 
Ne evlat demişim ne de devlet  
Şu kısacık ömrüm,boş oldu geçti
 
İlmik ilmik tükendi perişan ömrüm
Şu tezgâhımdan ,nakış geldi geçti
 
Eğilip bakmadılar, görmediler beni
Rüyâlarımdan bir,bakış geldi geçti
 
Eller elmasla oynadı, Altın buldu
Şu servetimden gümüş geldi geçti
 
Şöyle baktım da geriye, kavga, Nizâ
                            Garip hayatımdan, barış geldi geçti
                            
                             Diyecekler ki, Essalatü Vesselam
                          Bu dünyadan bir Halil geldi geçti
 
                          SORDUM DA GELDİM
 
 
Dağlar, Çöller, Beller dolaştım Ah!
Gönlümde virane, gördüm de geldim
 
Nereden girilir, çıkılır bilemedim
Yolu bir bilene, sordum da geldim
 
Yattım olmadı, kalktım hiç olmadı
Huzurunda divana, durdum da geldim
 
Özledim gönlümün gülünü Ah!
Yandıkça ocağına, vardım da geldim
 
Konuştum, çırpındım, haddimi bilmedim
Belki nice gönülleri, kırdım da geldim
 
Tam yarım asır, yandım tutuştum
Bir Gülün hayalini, kurdum da geldim
 
Diken oldu gözüme yorgan, yatak
Rüyalarımı hayra, yordum da geldim
 
                          Nasıl bir hazdır ki bu Ya Rabbi!
Belki vuslata, erdim de geldim
 
Ne makam göründü gözüme, ne mansıp
Canımı cânânıma, verdim de geldim
 
Ne ilaç kâr eyledi ne de merhem
Yaralarımı Sevdâ ile, sardım da geldim
 
Varabilmek için gönlümün gülüne
 Başımı taştan taşa, vurdum da geldim
 
 Ne hal oldu bana dostlar bilemiyorum
                           Harim-i Kabe'ye girdim de geldim
 
Attım kendimi kucağına Habib-i Edib'in
Muhabbetten duvarlar ördüm de geldim
 
Sunabilmek için "Güllerin Efendisine"
Yüreğimdeki gülleri, derdim de geldim
 
 
DEDİLER
 
 
Belli ki başladığı gibi bitecek bu hayat
Aldırma böyle gelmiş böyle, gider dediler
 
Baktım da çizgide hiç inhiraf olmamış
Erenlere sordum bir bir, kader dediler
 
Eller bayram, biz matem eylemişiz
Senin hakkın işte bu, keder dediler
 
Ne aldığın işe yaradı, ne de sattığın
Döktüğün gözyaşı kaç para, eder dediler
 
Çekilirsin bu âlemden bir gün, elbette
Artık bu virânede baykuş, öter dediler
 
Belin bükülsün, alnın delinsin secdede
Korkulur ki yarınlar daha, beter dediler
 
Sonuna geldin şimdi, uzun bir koşunun
Tamam, artık bu iş burada, biter dediler
 
Yazdın, söyledin, ağladın, yıllarca
İçine dök gözyaşlarını, yeter dediler
 
Kim bilir nerede ne zaman kaç yaşında
Bir gün kapında duman, tüter dediler
 
Sen sessiz gemide, sâkit ve samit
Sonra eş dost kaybolur, gider dediler
 
Bitti her şey, yüz yüzesin gerçekle
Hoş safâ geldin iş burada, biter dediler
 
Gönlündeki gülün hatırı için, belki
Karanlık biter, şafak söker dediler
 
 
 
                                   DÎVÂNE GÖNLÜM
 
 
Seninle yaşamak, zor imiş meğer
Avuca sığmadın, ele sığmadın
 
Gezdirdin beni, yedi iklim dört köşe
Dağlara sığmadın, bele sığmadın
 
A benim deli gönlüm şaştım elinden
Baktım saza sığmadın, tele sığmadın
 
Bir feryad kopardın, melekler ağladı
Rüzgâra sığmadın, yele sığmadın
 
Ağladın diz çöküp cûş-u hurûş içinde
Gönüllere sığmadın, dile sığmadın
 
Adımladın bu dünyayı kaç senedir
Deryalara sığmadın, göle sığmadın
 
Bilirmisin  ağladığın yerler, köşeler
Kurudu yeşil vâhâlar, çöle sığmadın
 
Demet demet, kırmızı gül misali
Çiçeğe sığmadın, güle sığmadın
 
Ne arayan oldu seni, ne de soran
Kucağa sığmadın, kola sığmadın
 
Açıkta kalıverdin işte,  gördün mü?
Konaklara sığmadın, dala sığmadın
 
Bir ömür uçtun dağlardan yamaçlara
Peteklere sığmadın, bala sığmadın
 
Nerede, nasıl taşısam, bilmem ki
İzlere sığmadın, yola sığmadın
 
En son lâl-ü-ebkem, sâkit, sâmit
Tabutlara sığmadın, Sal’a sığmadın
 
 
                       DURA DURA GELDİM
 
Yaş kemâle eriyor yavaş yavaş
Ara duraklarda, dura dura geldim
 
Gülmedim bir kez dâr-ı dünyada
Hep dizlerime, vura vura geldim
 
Bir hayal âleminde yaşadım ama
Bütün gerçekleri, göre göre geldim
 
Aradığım hakikati bulmak için
Gerçek izleri, süre süre geldim
 
Varabilmek için “güllerin efendisine”
Yüzümü yerlere, süre süre geldim
 
Nerdedir tek gerçek, solmayan gül?
Ben bu soruları, sora sora geldim
 
Kanadı yüreğimdeki, bilinmeyen acı
Günlerce yaraları, sara sara geldim
 
Düşündüm olmadı, ağladım olmadı
Huzurda belimi, kıra kıra geldim
 
Nasıl geçti bu hayat, bilemedim
Bir şeyi geçmeden, sıra sıra geldim
 
Gördüm uzaktaki, gerçek sevgiliyi
Kalabalıkları, yara yara geldim
 
Diz çöktüm, yerlerde süründüm
Huzurda vuslata, ere ere geldim
 
Verdim işte, bütün suallere cevabı
Alnım ak, göğsümü, gere gere geldim
 
Kabul et artık ey Gönlümün gülü
Susadım gayri, nura nura geldim
 
 
                    DİYE DİYE GELDİM
 
 
Yandık, tutuştuk, ağladık, durduk
Bunun adına ben, giryan diye geldim
 
Dünyası yıkılmış, yönü kaybolmuş
 Garibin adına, Müslüman diye geldim
 
Gittim sultanın, Yüce Dergâhına
Kimsin dediler, sultan diye geldim
 
Kapılarından kovmadılar beni ama
Sen kendi derdine, yan diye geldim
 
N'olur alın beni de dergâhınıza
Sürüne sürüne , ben diye geldim
 
Yolunda feda olsun, alın canımı
Yüreğimde götürdüm, can diye geldim
 
Değiştim onu, takas ettim pazarda
Canım feda olsun, canan diye geldim
 
Harcadım, tükettim, bitirdim onu
Yetmedi dostlar, zaman diye geldim
 
Ağlamak kârım oldu, inciler döküldü
Yâr yâr dedim Vird-ü, zeban diye geldim
 
Yarı yolda kaldım, varamadım menzile
Yetiş imdadıma Ya, Sübhân diye geldim
 
Elimden tutmazsa, Habibin eğer
Billah halim, yaman diye geldim
 
Nasıl gelmişsek bu Alem-i Şühûda
Utana, sıkıla, üryan diye geldim
 
Getirdiğim bir şey yok aman Ya Râbbi!...
 Huzuruna Rahmet-i, Rahmân diye geldim
 
Katrelerde buharlaştım, yok oldum
Sonunda daldım, Ummân diye geldim
 
Geldi melekler, sordular bir bir
Hani gözyaşı hani, kan diye geldim
 
Bu kadar mı yalnızdın, bu kadar bittin
Gir şu Ateş-i Aşka,  yan diye geldim
 
                                      Adını koydum, bu perişan sözlerin
Halil’ indir bunu ,yazan diye geldim
 
                                     Yıkıldı, döküldü dostlar gönül yurdum
Ben bu diyara işte, virân diye geldim
 
Döktüm, kırdım bu ömrü bitirdim
Gördünüz  halim ,perişan diye geldim
 
Anlamadım tuzağı, görmedim çukuru
Aldattı, yıktı beni ,şeytan diye geldim
 
Yolunda harâb , türâb oldum Ya Râb!...
Tut elimden Hüsn-ü ,Zan diye geldim
 
Çok ümitlendim,  çok yüreklendim
Kovma  beni dergahından diye geldim
 
Şefâat Ey Şâh-ı Rusül, tut elimden
İşte Şah-ı, Peygamberân diye geldim.
 
 
                                          KALMADI                
 
Dolaştım şu âlemde, âvâre-biçâre
Varacak yerim, tutacak, dalım kalmadı
 
Öyle perişan yaşadım ki dünyada
Gerçeğe varacak, yolum kalmadı
 
Hoyratça kopardılar, bütün çiçeklerimi
Bir rüzgâr esti kurudu, gülüm kalmadı
 
İki büklüm oldum, yerlerde süründüm
Tutunup ayağa kalkacak, elim kalmadı
 
Herkes gülüp oynarken ben ağladım
İşkenceye dayanacak, halim kalmadı
 
Bir ömür çırpındım, gerçekler için
Hakikati söyleyecek, dilim kalmadı
 
Yamaçlarda dolaştım, kimsesiz, biçâre
Bir kenarda barınacak, çulum kalmadı
 
Neyi koydum bir tarafa, niçin uğraştım
Kefenimi alacak, param-pulum kalmadı
 
Semaya çıktım, okyanuslarda dolaştım
Kurudu, ırmaklar, gölüm kalmadı
 
Öyle bir rüzgâr esti ki, kuruttu gülleri
Tomurcuk gül bir yana, çalı'm kalmadı
 
Sahrâlar ezeli bir "Sevgiliyi" hatırlatır
Sahranın yâd-ı cemili, çölüm kalmadı
 
Zehroldu her şey, tadı tuzu kalmadı
Petek petek bir damla, balım kalmadı
 
Her şeyin bir-bir icmâlini yaparken
Şimdi hesap verecek, malım kalmadı
 
Alnım yerlerde sürünsün, huzûra varsın
Derken kaddim büküldü, belim kalmadı
 
Bir damla su diye, feryâd ederken
Coşkun ırmak kurudu, selim kalmadı
 
Ne kadar yalnız yaşamışım meğer
Kırıldım kanadım kolum kalmadı
 
Bin parça olsun Cism-i Cânım, aldırmam
Bakıyorum da, tabutum sal'ım kalmadı
 
 
                           NEREDE KALDI
 
 
Menzil kayboldu, aşk sona erdi
Belli ki izler karıştı, yol nerde kaldı
 
Tutunalım, ayağa kalkalım derken
Aradık, bulamadık, dal nerede kaldı
 
Çok aradık, o sevdalı günlerimizi
Bir damla yaş düşmedi, sel nerde kaldı
 
Arılar çoktan terki diyar eyledi
Kovan param parça, bal nerde kaldı
 
Kâl âleminde kaybolup gittik işte!
Gönülden gönüle , hal nerde kaldı
 
Ne yandığımız, ne de ağladığımız belli
 Huzurda iki büklüm, kul nerde kaldı
 
Uzak kaldım dostlar, ah çok uzak
Ben nerde aradım, gül nerde kaldı
 
Ne aklım başıma geldi, ne adam oldum
Yandım, kül oldum, göl nerde kaldı
 
Ben beni bilirim, öyle mücrimim ki!
Mevlana misali “gel” nerde kaldı
 
Yerlerde süründüm, huzura varırken
Beni ayağa kaldıracak, el nerde kaldı
 
Ben beni tanırım, bu tamam da
Gerçeği söyleyecek, dil nerde kaldı
 
Varalım dedik, yüksek huzura ama
Ölümüz yerde süründü, sal nerde kaldı
 
 
 
                                  ÖZE GELDİM
                     
                         Çırpındım bir ömür, uğraşıp durdum
Sonunda yoruldum,  dize geldim
 
Eller çıktı yücelere seyrân eyledi
Ben süründüm yerlerde, toza geldim
 
Ne yaptım, ne işledim bilinmez
                                       Durmadan konuşuldu, söze geldim
 
Avare, biçare, dolaştım çöllerde
Bir yere varamadım , size geldim
 
Yollarda, bayırlarda, yamaçlarda
Dolaştım, durdum, köze geldim
 
Bir ömür konuştum yücelerde
Acaba olur mu dedim, yaza geldim
 
Ömrüm kış günlerinde geçti titredim
Bahar diye ümitlendim,  yaz’a geldim
 
Kıtalar dolaştım, cevelân eyledim
Kabul ediniz dedim ,size geldim
 
Umutlar vardı gönülde, ter-u tâze
Yüreklendim işte ,naza geldim
 
Kim kabul eder benim gibi biçâreyi
Döndüm, dolaştım yine, size geldim
 
Buyur der misiniz, erenler evliyalar
Kimse kabul etmedi ,size geldim
 
Ne ay ne güneş,hiç vefa yokmuş
 Issız gecelerdeki, yıldıza geldim
 
Vursun davullar çalsın zurnalar
Ömrümün sonundaki, saza geldim
 
Yücelere çıktım korktum ürperdim
Alçaklarda dolaştım, düze geldim
 
Eller gitti, vurdu, aldı, götürdü
 Bildim  nazar oldu, göze geldim
 
Dostlar ben, hesaptan korkuyorum
 Artık çokları bıraktım, aza geldim
 
Ezdim zalim nefsimi, yerde süründüm
 İki büklüm oldum, namaza geldim
 
                                      Bildim ki nefis imiş yere vuran yiğidi
Çoğu zaman tuzağa düştüm, aza geldim
 
Gidince etraftakiler yalnız kaldım
 Gördüm ki Ağustosta, buza geldim
 
Gittim Ravza'ya yerde süründüm
Ya Rasuleallah dedim, niyaza geldim
 
Kurtulayım dedim dünya zindanından
N’olur bekletmeyin, kapınıza geldim
 
Âvâre, biçâre dolaştım sokaklarda
Tükendim, bittim, evinize geldim
 
Uzaklarda dolaştım yalnız kaldım
Ümitlendim, sevindim, yanınıza geldim
 
Yok olup gitmekten korkuyorum
İşte onun için, halkanıza geldim
 
 
Uzadı bu meşakkat bitsin bu çile
Döndüm dolaştım, aslımıza geldim
 
Açın kapıları, çok yalnız kaldım
Yoruldum artık, evimize geldim…
 
 
ÖZ NERDE KALDI
 
Savrulduk şu âlemde, dört bir yana
Biz nerde kaldık, söz nerde kaldı
 
Önümüzü görebilmek büyük saâdet
 Gerçekleri görecek, göz nerde kaldı
 
Dertler sevincimiz, devâmız oldu
 Kayboldu tadımız, tuz nerde kaldı
 
Çöller, beller dedik, yürüdük yıllarca
Yollar kayıplara karıştı, iz nerde kaldı
 
 Büyük inkılap, içi başka, dışı başka
 Dışını biliriz de, öz nerde kaldı
 
Kar, tipi, bora, bütün hayâtımız
Kara kışta yaşadık,yaz nerde kaldı
 
Kışın soğuğunda kavrulduk, tutuştuk
Bize nefes aldıracak, köz nerde kaldı
 
Öylesine yaşadık işte, olur olmaz
Çokları hiç bulamadık, az nerde kaldı
 
Gördüğümüz hep, gözyaşı ve ızdırab
İçimizde yanıp-tutuşan, naz nerde kaldı
 
Hep ağlayalım mı? Gülmeyelim mi?
Alemde gördüğümüz, haz nerde kaldı
 
Dolaştık yücelerde, yamaçlarda hep
Bizi gerçeğe götürecek, düz nerde kaldı
 
Vursun davullar, çalsın zurnalar desek
Son defa güleceğimiz, saz nerde kaldı
 
Büklüm, büklüm olsun, kırılsın belimiz
Seccademizi ıslatacak, niyaz nerde kaldı
 
Bir uçurumdayız ki gidiyoruz eyvah!
Tutup-kurtaracak, kılavuz nerde kaldı
 
 
 
                              ÖZÜMLE CEDELLEŞME
 
 
 
Lime lime döküldüm, sona yaklaşırken
Aramıza uçurum kazdın mutlu musun?
 
Ömür boyu çırpındım, kurtulmak için
Sen hep karalar  yazdın mutlu musun?
 
Bir şeyler inşâ ettim, perişan hayatımda
Târ-u mâr ettin, bozdun, mutlu musun?
 
Hep dikkatli baktım, önümü görmek için
 Şimşek gibi geçtin, tozdun, mutlu musun?
 
Elimi uzattım, bir defa tutunmak için ah!
Sen kırmızı çizgiler çizdin, mutlu musun?
 
Nakış nakış dokumak için çırpınıp durdum
Sen tersine çevirdin çözdün, mutlu musun?
 
Enginlerden uçtum hep, yerde süründüm,
Kanat çırptın yücelerde azdın, mutlu musun?
 
Kendimi aşamadım, durgun yaşadım hep
Sen devr-i âlem ettin gezdin, mutlu musun?
 
Acı tatlı demedim yaşadım onu bir bir!
Başımda ki rüzgârları sezdin, mutlu musun?
 
Yaş Peygamber yaşı, dizde tâkât kalmadı
                          Hayattan bıktım, bezdim, mutlu musun?
 
 
PERİŞAN
 
 
Ey Gönlümün Gülü! Geleyim dedim
Birde baktım geriye, yollar perişan
 
Ne selam kalmış ortada, ne de merhaba
Birbirine düşman olan, kullar perişan
 
Anladım vefâ yokuşu dümdüz olmuş
Gönüller acı içinde, diller perişan
 
Şimdi ne bahçe, ne bâğbân kalmış
Kokusunu kaybetmiş, güller perişan
 
Issız sahrâlardan, gelmek istedim
Acı içinde baktım ki, çöller perişan
 
Neye uzandımsa elimde kaldı Ah!
Tutunduğum bütün, dallar perişan
 
Gönüller dilhûn olmuş, çırpınıyor
Sessiz çığlıklar atan, diller perişan
 
Dedim ki; uçayım Sübhan dağlarından
Geçit vermeyen yamaçlar, beller perişan
 
Sana geliyor gürleyip akan ırmaklar
Varamamışlar menzile, göller perişan
 
Nâme yazdım, yüreğimin ta içinden
Heyhat ki sana gelen, pullar perişan
 
Baktım  gözyaşları ırmaklara karışmış
Dağlar geçit vermemiş , seller perişan
 
Sustum kâr etmedi, söyledim olmadı
İçin için yanıp tutuşan, haller perişan
 
Omuzda giderken, kurulsun taht misali
Baktım da Tahtı perişan, Sal’lar perişan
 
 
                                   SÖZÜMÜZ VAR BİZİM
 
 
Durun hele oyun bitmedi henüz
Söyleyecek, sözümüz var bizim
 
Neler düşündük neler hayal ettik
Yücelere ulaşacak, hızımız var bizim
 
Ezelden geldik Ebede gidiyoruz
Allah'a varacak, izimiz var bizim
 
Hep kış mı olsun bahar gelmesin mi?
Daha yaşanacak, yazımız var bizim
 
Bitti mi? bu cümbüş sona mı erdi?
Doğru telden çalan, sazımız var bizim
 
Birden bitivermez, haberli gelir
Daha kaderimiz, yazımız, var bizim
 
Durun hele bekleyenler var bizi
Daha yazılacak, yazımız var bizim
 
Hep ağladık, Kâm almadık dünyadan
Gezilecek ovamız, düzümüz var bizim
 
Vefa uğruna ta,mâverâdan geldik
Allah'a umudumuz, nazımız var bizim
 
Hemen çağırmayın, durun ne olur
Kılınmamış vefâ, namazımız var bizim
 
Dîdebandan baktım içimizi gördüm
Ortaya çıkmamış özümüz var bizim
 
Biz bitmişiz, tükenmişiz öyle mi?
Yanan ateşimiz, közümüz var bizim
 
                          Sübhan dağından seslendik gelin diye
Sofrada  aşımız, tuzumuz var bizim
 
O kadar yandık, karardık ama
Allaha bakacak, yüzümüz var bizim
 
Öyle umutla gidiyoruz ki sona doğru
Allah'a ve Resulüne, nazımız var bizim
 
 
                         SÖYLEME NE OLUR
 
 
Ey benim dîvâne, bîçâre gönlüm
Kimsesiz kaldığımı, söyleme ne olur
 
Sessiz bir feryâd ve figân içinde
Ağlayıp-sızladığımı, söyleme ne olur
 
Hüzünle dolaşırken şu misal âleminde
Ebediyete yol aldığımı, söyleme ne olur
 
Bülbül gibi şakıyıp güldüğümü gördüler
Bir garib olduğumu, söyleme ne olur
 
Divane gönlüm aramızda kalsın olur mu ?
Kurtuluşu bulduğumu, söyleme ne olur
 
Baktıkça titriyorum mücrim istikbalime
 Sararıp-solduğumu, söyleme ne olur
 
Ameli az, günahı çok, ömrüme baktıkça
Saçlarımı yolduğumu, söyleme ne olur
 
Sona yaklaşıp yaprak gibi titrerken
Acı-acı güldüğümü, söyleme ne olur
 
Dilimde Allah lafzı, özümde bir sevdâ
Yapayalnız öldüğümü, söyleme ne olur.
 
 
SORDU BENİ
 
 
 Bu nasıl bir insan, nasıl Müslüman
 Suçlu ki; ne aradı, ne sordu beni
 
Meğer gölge avına çıkmışız biz
Olmadık yerde el öptü, yordu beni
 
Arkama bakmadan yürüdüm hep
O arkadan hançerledi, kırdı beni
 
Nefes alamıyorum, bunaldım artık
Çepeçevre kuşattı işte, sardı beni
 
İki büklüm oldu, yüzüme güldü
Bir meçhul zamana, kurdu beni
 
 Hüsn-ü hâtimeye doğru giderken
Sinsice  arkadamdan, vurdu beni
 
Tam yarım asır, Kürsü-minber derken
Tökezletti, düşürdü, yere serdi beni
 
Bir ömür koştum bu yollarda ben
 Bin bir töhmetle dillere, verdi beni
 
Zamirinde ne varsa çıkardı bir bir
Açtı bohçasını meydana, serdi beni
 
Rabbim Rasûlü Kibriyânın hatırına
Yaramı sardı, topladı, derdi beni
 
 
 
SÖZ VERDİM
 
 
Diz çöktüm bu gece, gözlerim yaşlı
Rabb-i Rahime, söz verdim de geldim.
 
Utandım ilk defa, Habibinden bu gece
İki gözü iki çeşme, göz verdimde geldim.
 
El deki çok’ ları çok’ tan savurdum da
Tâ yüreğimden, az verdim de geldim.
 
Hızla gidiyoruz, son çoktan göründü
Gece hazırlıklara, hız verdim de geldim.
 
İki büklüm oldum işte, kaddim büküldü
Kapandım secdeye, yüz verdim de geldim.
 
Kışlara öyle alıştım ki, baharı unuttum
Savurdum mevsimi, yaz verdim de geldim.
 
Yandı ciğerim Billahi, özüm kavruldu
Yüreğimin üstüne, tuz verdim de geldim.
 
Kabul eden varmış gibi sitem ettim de
Bekledim kapıda, naz verdim de geldim.
 
Kış günlerin de yandım, kül oldum
Isınayım diye, buz verdim de geldim.
 
Şu kısacık ömrümde, bir şey istemedim
O ezeli davâya, omuz verdim de geldim.
 
Bana lazım değil, ne mansıb ne mal
Sultanımı, Kılavuz verdim de geldim.
       TÜKENDİ
 
 
Gel otur şöyle, âvâre bîçâre gönül
 Ömür bitti, ay bitti, yıl tükendi
 
Dolaştım ömrün zümrüt yamacında
 Yokuş bitti, iniş bitti, bel tükendi
 
Şeb-i yeldâya sor , neler olmuş
Kelâm bitti, sual bitti, dil tükendi
 
Neye baktım, neye tutundumsa Ah!
Kök bitti, gövde bitti, dal tükendi
 
Şirâzesi koptu şu dünyanın dostlar!
Rüya bitti, uyku bitti, hayâl tükendi
 
Ne ağızda tad, ne huzur kaldı şimdi
Petek bitti, arı bitti, bal tükendi
 
Niye uzandımsa, şu perişan dünyada
Takat bitti, gayret bitti, el tükendi
 
Kuru, kupkuru çölde yaşadım
Yaprak bitti, çiçek bitti, gül tükendi
 
Şimdi Meçhuller içindeyim ben
Gaye bitti, hedef bitti, yol tükendi
 
Şerhâ şerhâ yarıldı, gönül toprağım
Yağmur bitti, damla bitti, göl tükendi
 
 Sükûnet var şimdi gönül dünyamda
 Fırtına bitti, tufan bitti, sel tükendi
 
Elveda dostlarım, gidiyorum artık
Tabut bitti, toprak bitti, "sal" tükendi
 
TESELLİ
 
 
Bu dertleri çekmek zor geldi özüme
Bana bir teselli versene gardaş
 
Aktı gözyaşlarım, kan revân oldu
Yüreğimdeki yaramı sarsana gardaş
 
Öyle özledim ki, gönlümün gülünü
Bana bir demet gül dersene gardaş
 
Acele etme hemen, gitme ne olur
Birazcık yanımda dursana gardaş
 
Çok ötelerden geliyorum, yorgunum
Şuraya bir yatak sersene gardaş
 
İşte uzanmış yatıyorum, lâl-ü ebkem
Üç ihlâs, bir Fatiha versene gardaş
 
Beni bu ıssız yerde unutma olurmu?
Ara-sıra ziyaretime gelsene gardaş
 
Kabrin yalnızlığıdır beni korkutan Ah!
Bazı akşamlar burada kalsana gardaş
 
Eyâ Resul! Acı bana yanına al ne olur
Beni semti Haremeyne versene gardaş
 
 
YOLLAR AĞLADI
 
 
 
Şu garip halime öz’den bakınca
Bulutlar hıçkırdı, yollar ağladı.
 
Boynum büküldü, perişan yollarda
Geçit vermedi dağlar, beller ağladı.
 
Sıkıldı, bunaldı, tükendi artık
Esmedi bâd-ı sabâ, yeller ağladı.
 
Şerhâ şerhâ yarıldı dudakları
Damla düşmedi hiç, çöller ağladı.
 
Hüzünle çırpındı Medine’nin gülü
Çiçekler boynun büktü, güller ağladı.
 
Attılar bizi deryâlara, acımadan
Tutunamadık bir yere, dallar ağladı.
 
Kovanından göç etti bütün arılar
Çiçeksiz kaldı petekler, ballar ağladı.
 
Lâl-ù ebkem oldu, bütün bir eşya
Yutkundu kaldı işte, diller ağladı
 
Onun feryadına bir baktılar da…
Yüreği taş kesilmiş, kullar ağladı.
 
Varamadı Menzil-i maksûda bu nâme
Üzüldü boynun büktü, pullar ağladı.
 
Selam Demirkazı’ tan, Faran Dağlarına
Medine’ye geçit vermeyen, beller ağladı.
 
Ne dediğini bildi ne bildiğini diyebildi
Tıkandı kaldı âlemde, gönüller ağladı.
 
Gurbetten gelmiş cansız bedeni
Teneşirler, tabutlar, sallar, ağladı.
 
Sonunda acıdı efendisi tuttu elinden
Sultanın elinden tutan,eller ağladı.
 
 
                                            YANAN BENİM
 
 
Ne ağladığım bilindi, ne güldüğüm dostlar!
Aşk âteşine düşüp de, yanan ben oldum
 
Yandım, tutuştum, çöllere düştüm, Ah!
Aşkın şerbetini içip de, kanan ben oldum
 
Öyle tezatlar yaşadım ki, garip ömrümde
Sevda ateşinde kavrulup, donan ben oldum
 
Bir muhabbet hissettim içimde, kıpır-kıpır
Sema edip Mevlânâ gibi, dönen ben oldum
 
Yüreğimden ateş fışkırdı yanardağ gibi
Sonra cezir halinde, sönen ben oldum
 
Dolaştım çölleri hep mecnunlar gibi
Aşkın şerbetini, sunan ben oldum
 
Gün oldu ki, tepe taklak bütün devran
Hayali bile hakikat, sanan ben oldum
 
Günlük yaşamış, günü kurtarmış oldum
Tezatlar içinde bir adam! Denen ben oldum
 
Korkunç fikirlerin girdâbında kıvrandım  
Neyim, kimim diye, düşünen ben oldum
 
Doldum olmadı, boşaldım hiç olmadı
O kaptan bu kaba, taşınan ben oldum
 
Sonunda durulup da akarsular misali
Aşkın şerbetini içip de, kanan ben oldum
 
 
 
YORULDUM
 
 
Bittim, tükendim, eridim artık
Yamaç bir yana, düzde yoruldum
 
Karda, fırtınada bir ömür geçti
Baharı görmedim, yazda yoruldum
 
Neyi, nasıl, ne kadar gördüm ki
Yetmedi bir şey, azda yoruldum
 
Ter, nefes tükettim çırpına çırpına
Kelam nerde kaldı, sözde yoruldum
 
Kış günleri buram buram terlerken
Ateşlerde üşüdüm, közde yoruldum
 
Âşinâ bir çehre aradım ömrümce
Bulamadım kimseyi, bizde yoruldum
 
 Dost aradım, beni dostuma götürecek
 Sürünerek geldim, sizde yoruldum
 
Ne yediğimi bildim, ne de içtiğimi! 
Ağzımın tadı kaçtı, tuzda yoruldum
 
Kim çaldı, kim oynadı bilmedim ama
Takılıp kaldığım, sazda yoruldum
 
Davet geldi bize ötelerin ötesinden
Yalvardım Allah'a, nazda yoruldum
 
Dua dua, ellerim karıncalandı
Sitemler ettim, niyazda yoruldum
 
İşaret geldi bana, gönlümün gülünden
Sevinerek ağladım, Hazda yoruldum
 
 
 
                        YOLLAR KAPANDI
 
 
Hasretin bağrımda taş oldu artık
Geleyim dedim, yollar kapandı
 
Bir rüzgâr esti tâ Medine’den
Utandı, kızardı, güller kapandı
 
İçimi nasıl dökerim Yâ Rasûlallah
Baktım da gönüldeki, teller kapandı
 
Bir ışık, bir huzme olsun yeter
İçimde titreyen, gönüller kapandı
 
Diz çökmek istedim huzurunda
Kurudu yüreğim, Yollar kapandı
 
Aşkla yanmak anlatmak istedim
Tutuldu, dönmedi, diller kapandı
 
Umutla yalvardım, gece gündüz
Dua dua karıncalandı, eller kapandı
 
Sana varmak için yerde süründüm
 Uzandığım bütün, dallar kapandı
 
Uzattım ellerimi sana varmak için
Geçit vermedi dağlar-beller kapandı
 
Coştu içimdeki fırtına, ırmak oldu
Serâp oldu efendim, seller kapandı
 
Aylar var ki bir koku gelmedi Ah!
Esmedi Bâd-ı Sabâ, yollar kapandı
 
Yürüdüm bir ömür, senin aşkına
Yetmedi aylar bana, yıllar kapandı
 
Yüreğim bin parça oldu şimdi
Kurudu denizler, göller kapandı
 
 
                               “YANDI BU GÖNÜL”
 
                         Yedi iklim dört köşe dolaştı durdu
Çırpındı, kıvrandı, yandı bu gönül
 
Bir ömür hayal peşinde koştu
Rüyalarını gerçek sandı bu gönül
 
Kurtarmak isterken cümle âlemi
Kendisi âteşte, yandı bu gönül
 
Ah gönül, deli divane, gönül
Kurtulamadı, gitti, kendi bu gönül
 
Veremedi hesabını, titredi kaldı
Kızardı, sarardı, soldu bu gönül
 
Sordular bir bir, bütün geçmişten
Deli divaneye, döndü bu gönül
 
O bir dava ve aşk adamıydı ama
Ateşi kayboldu, söndü bu gönül
 
Giderken nasıl gitti bilemiyoruz
Belli ki alacağını, aldı bu gönül
 
Çok aradı sordu, yoruldu ama
İnşallah aradığını, buldu bu gönül
 
Konuştu, ter döktü, nefes tüketti
Âvâzeyi âleme, saldı bu gönül
 
Yollarda, tökezledi, süründü ama
Billahi Hakkı, Batılı, bildi gönül
 
O dağ senin, bu yamaç benim dedi
Sonunda hizaya, geldi bu gönül
 
Geriye baktı ki gölge avına çıkmış
Ağladı, saçlarını, yoldu bu gönül
 
Fırtına dindi, bora sona erdi
Verdi son nefesini, dindi bu gönül
 
Allah acıdı, dostu elinden tuttu
Son defa giderken güldü bu gönül
 
                             YETMEDİ BANA
 
 
 
Bir ömür koştum, tutabilmek için
Çokları bulamadım, az yetmedi bana
 
Tökezledim yollarda, dizlerim titredi
Yavaş'ı bulamadım hız yetmedi bana
 
Süründüm yamaçlarda Allah için
Ayaklarım çekmedi, diz yetmedi bana
 
Haykırdım âleme, tek gerçek için
Kelamı bulamadım, söz yetmedi bana
 
Yedim inkâr etti, yemedim olmadı
Tadım kayboldu, tuz yetmedi bana
 
Sürünerek varmak istedim Allah’a
Yolu bulamadım, iz yetmedi bana
 
Benim nasibim ağlamakmış meğer
Gözüm kupkuru, naz yetmedi bana
 
Ömrümce seyrettim gülüp oynayanları
Gülmek ne kelime, haz yetmedi bana
 
Bakmak başka, görmek başkaymış
 İyi baktım ama göz yetmedi bana
 
Bilmek için dünyada mutlak hakikati
Söz nerede, çuvaldız yetmedi bana
 
Ay-Güneş... Yolumdaki aydınlık için
Onları bulamadım, yıldız yetmedi bana
 
Yalnız dolaştım hicranlı sokaklarda
Kimseyi bulamadım, biz yetmedi bana
 
Öyle hızlı gelip geçti ki bu ömür
Dumanlı yollarda, toz yetmedi bana
 
Kim çaldı, kim oynadı bilemedim
Cümbüş boşa gitti saz yetmedi bana
 
Nasıl geçip gitti hayatım bilemedim  
Her şey boşa çıktı, öz yetmedi bana
 
Sübhan dağlarında yandım tutuştum
Bunaldım, terledim buz yetmedi bana
 
Dolaştım yücelerde haddimi bilmeden
Alçaklara vardım düz yetmedi bana
 
Ömrüm kışta geçti, donup kaldım
 Baharı bulamadım yaz yetmedi bana
 
Ağustos'ta titrer mi donar mı insan
İşte öyle oldu köz yetmedi bana
 
Ya Rasûlallah aç kapını ben geldim
Senden başka kılavuz yetmedi bana
    
      BAŞA DÖNDÜ
 
 
Oyun bitti, sona erdi derken
Her şey birdenbire, başa döndü
 
Artık yazı-baharı bir yana bırak
Mevsimler bir bir, kışa döndü
 
Tebessüm yok, gülmek ne kelime
Gecem-Gündüzüm, yasa döndü
 
Huzur dedim, biraz sükun aradım
Arayıp bulduklarım, savaşa döndü
 
Özümle hep kavga edip durdum
Gözümden akan kanlı, yaşa döndü
 
Gökte melekler, çırpındı durdu
Çağıldayıp akan sular, taşa döndü
 
Bir şeyler umdum işte, bekledim
Bir lokma bir hırka, dervişe döndü
 
Hakikat dedim, sarıldım hepsine
Serâp oldu eldekiler, düşe döndü
 
Bülbüller ötsün dedim yüreğimde
Ötenlerin hepsi, baykuşa döndü
 
Can havliyle sarıldım hayata ben
Hayal oldu elimdeki, boşa döndü
 
Sonsuzluk geldi-çattı zihnime
Karışık çizgiler, nakışa döndü
 
Saf altın zannettim bulduklarımı
Şükür eldekiler, gümüşe döndü
 
Yaka-paça oldum hep hayatla
Karıştı alem kör, döğüşe döndü
 
Nereye baktımsa hep donup kaldı
Nazarın hepsi hain, bakışa döndü
 
Bin şükür Rabbime, Hamdolsun
Gönlümde uçuşanlar, kuşa döndü
 
Şimdi huzurdayım, sükûndayım
Çektiklerim şükür, hoş'a döndü
 
Fırtına diniyor artık yavaş-yavaş
Süzülüp inenler, yağışa döndü
 
Oyun bitti, kavga sona erdi
Özümle halleştim, barışa döndü
 
 
                                   BULAMADIM
 
Çırpınıp durdum hep ömrümce
Çok şey bekledim azı bulamadım
 
Yerde sürünenden ne beklersin ki;
Yavaşı kaybettim, hızı bulamadım
 
Rükûu bir yana, secdesi başka yana
Gözyaşı nerede, namazı bulamadım
 
Ebedi Rehberimin yaptığı gibi
Tefekkür var da, niyazı bulamadım
 
Koşup durdum, bir hevesin ardından
Mecalim tükendi, diz'i bulamadım
 
Bitti, her şey sona erdi derken
Dil dönmez oldu, sözü bulamadım
 
Boşuna bakmışım, bir ömür boyu
Gerçeği görecek, gözü bulamadım
 
Yedim önümde, yemedim ardımda
Tadım kayboldu, tuzu bulamadım
 
Âmâların elindeki, çerağ misali
Yol nerede kaldı, izi bulamadım
 
Hüzün ve gözyaşı marifetim oldu
Gülmek bir yana, hazzı bulamadım
 
Gölge avına çıkmışım ben demek ki
Gerçeği kaybettim, özü bulamadım
 
Zirveye tırmanırım, çıkarım derken
Yaya kaldım yolda, düzü bulamadım
 
Güneş kayboldu Ay nerede kaldı
Yönümü bulacak yıldızı bulamadım
 
Gelecektim arkanızdan, sürüne sürüne
Göremedim kimseyi, sizi bulamadım
 
Herkes gitti, ben yapayalnız kaldım
Çöllerde dolaştım, evimizi bulamadım
 
Ne kadar çaldımsa kapıyı ses gelmedi
O'nu bu'nu bırak ben bizi bulamadım
 
                              Öyle bir cümbüşe döndü ki hayatım
Yolları karartan, tozu bulamadım
 
Kış günleri Yâr-ı Vefâkârım oldu benim
Baharım hiç olmadı, yazı bulamadım
 
Çöllerin sıcağında üşüdüm, titredim
Ateş küle döndü, Közü bulamadım
 
Çaresiz yamaçlarda dolaşıp durdum
Ben kurtarıcımı, Kılavuzu bulamadım
 
 
 
 
            BİZİMDİR
 
 
                          Yıkıldı gönlüm, harâb, türab oldu
Kara haber getiren, teller bizimdir
 
Yüzler, binler engel var, menzile
Geçit vermeyen, yollar bizimdir
 
 Billâh gülmedim dünyada, bir an
 Kırılan, dökülen, gönüller bizimdir
 
Dertler, derdimize bin deva oldu
Boynu bükülen, güller bizimdir
 
Yâ leyl! Diye çırpındık bir ömür boyu
 İçinde kaybolduğum, çöller bizimdir
 
Bir kez kucaklasaydık, mutluluğu
Karanlıkta çırpınan, kollar bizimdir
 
 Neyin cezasını çektik, bilmem ki!
Şu dizlerine vuran, eller bizimdir
 
Mutluluğun şarkısını söylemedi, gitti
Acı acı feryâd eden, diller bizimdir
 
Neye çırpındık, neyin cihâdını verdik
Büklüm büklüm olan, dallar bizimdir
 
Tahtı perişân, gönlü virâne olmuş
Kanadı kırılmış, giden sallar bizimdir
 
Maziye bak güldüğüm olmuş mu?
Yalnız yaşadığımız, yıllar bizimdir
 
Yuvalar târ-u mâr olmuş, gidiyor
 Şu ağlayan, kızlar-oğullar bizimdir
 
Kim bizimle ağlamış, kim gülmüş ki
Gönlü harab olmuş ,kullar bizimdir
 
                         Yüz defa, bin defa gidip-gelmiş
Lîme lîme olmuş,pullar bizimdir
 
Hani öyle demişler, meşhur olmuş ya!
“Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir”
 
 
 
 
 
 
 
BU GECE
 
Bu gece öyle perîşânım ki, dostlar
Yüreğimi elime alıp, çıkasım geldi
 
Söz geçiremedim dîvâne gönlüme
Meçhullere kendimi, atasım geldi
 
Yüreğimi bin parça eden, nefsimle
Yaka paça olup, çatasım geldi
 
Beni perîşân eden şu denî dünyayı
Hesaplayıp bir pula, satasım geldi
 
Ne engel varsa, gönlümün gülüyle
Bir bir tâdât edip, yıkasım geldi
 
Bıktım Billahi, şu sefil dünyadan
Hesabı bitirip yolu, tutasım geldi
 
Varıp utana sıkıla gönlümün gülüne
Yürekten bir selam, çakasım geldi
 
Günahlarımı bir bir, sayıp döküp
Artık bu kitabı, kapatasım geldi
 
Ömür defterini, bir bir kapatıp
Kalanını tabuta, takasım geldi
 
Yoruldum dünyanın, sefil yollarında
Yüreğimi elime alıp, sıkasım geldi
 
Baş edemedim, içimdeki fırtınalarla
Artık elimi koynuma, sokasım geldi
 
Geçmişi tâ ensesinden yakalayıp
Hâtırasına bakmadan, yakasım geldi
 
Son yolculuğa çıkarken güle oynaya
Ortalığı tozu dumana, katasım geldi
 
Sonrada mezar bulup ıssız bir köşede
Namsız nişansız uzanıp, yatasım geldi
 
Bitsin artık bu kavga ne olur Yâ Râb!
Cürmümü omuzlayıp, varasım geldi
 
 
ÇEVİRDİLER BENİ
 
 
 
Gönül verdim erenlere ta derinden
Elimden tuttular, yola çevirdiler beni
 
Bir katre bile değildim, serâp misali
Deryaya döktüler, göle çevirdiler beni
 
Çiçekler gibiydim, bitkin ve solgun
Toplayıp derdiler, güle çevirdiler beni
 
Durgun sular gibi akmaz, coşmazdım
Bendleri yıktılar, sele çevirdiler beni
 
Çılgın rüzgarlar gibi deli deli eserdim
Sevgiliye  giden, yele çevirdiler beni
 
Dolaşırken ömrümün sürgün yıllarında
 Yamaçlardaki, bele çevirdiler beni
 
Çok'lar tükendi, az'lar yok olup gitti
Durmadan veren, el' e çevirdiler beni
 
His yoktu, duygu yoktu, donmuş gibi
Şifalar kaynağı, bala çevirdiler beni
 
Mücrimler misali, ayakta duramazken
Garibin tutunacağı, dala çevirdiler beni
 
Dolaşırken çöllerde âvâre bîçâre
Öğüttüler, halden, hale çevirdiler beni
 
Allah ve Resulünü yürekten sevince
Hak adına konuşan, dile çevirdiler beni
 
Başka sevgi girmesin ne olur dedim
Aşkla dolu bir, gönüle çevirdiler beni
 
 
                                       Çekilmez oldu
 
 
Sübhan dağlarından, Medine’ye!
Bu ayrılık böyle çekilmez oldu
 
Dışı seni, içi beni yakar bu hayâtın
Dolaştım da içinden çıkılmaz oldu
 
Çırpındım, menzile varmak için
Zâlimin bileği, bükülmez oldu
 
Önümü göremedim, zifiri karanlık
 Beklediğim şafaklar, sökülmez oldu
 
Yollarda bekledim dilenciler gibi
 Ne yazık ki yüzüme, bakılmaz oldu
 
Bir nur, bir huzme, bir ışık ne olur
 Önümde bir mum bile, yakılmaz oldu
 
Altmış senelik, perişan bir hayat
Kale gibi önümde, yıkılmaz oldu
 
Köprüyü geçmiş,  bütün dostlarım
Uzattım elimi de, geçilmez oldu
 
Affet Allahım ne olur şu garibi
 İyiler, kötülerden, seçilmez oldu
 
Artık yarınları hiç göremiyorum
Gözüme bir şey, takılmaz oldu
 
 Nâdânlar iyilerin önüne geçti şimdi
 Kıymete bindi bahası, biçilmez oldu
 
Gözyaşlarım dizildi, yutkunup kaldım
Bu lokmalar böyle, yutulmaz oldu
 
Çiğneyip geçtiler, yüreğimi benim
 Üzerime bir fidan, dikilmez oldu
 
Bırakın bu garibi, böylece kalsın
Geçmedi, işte alınıp-satılmaz oldu
 
Yapayalnız kaldı bu hayatta ama
 Bir başka kervana katılmaz oldu
 
 
M Ü N Â C A A T
 
 
Ey nâr-ı hasret! söyle vuslat ne zaman
Yakma Allah için, kebâb etme ne olur
 
Yerlerde sürünen şu nazik bedenimi
Bitir tüket ama harâb etme ne olur
 
Aslıma döndür, geldiğim yere doğru
Çayır-çimene karıştır, türâb etme ne olur
 
Ben gölge avına çıkmışım meğer
Kaybetme gözden, serâb etme ne olur
 
Kendim söyledim, kendim dinledim hep
Bugün ağlayıp inleyen, rebâb etme ne olur
 
Hesâbım âsân olsun, sorgu sûal bitsin
Soldan verilen bir kitâb etme ne olur
 
Yârâb! Huzûruna geliyorum utana sıkıla
Sonunda kovuldun diye hitâb etme ne olur
 
Kırılır incinirim, zülfüm dağılır, Billâhi!
Kaş çatma, azarlama, itâb etme ne olur
 
Ben beni biliyorum lâyık değilim ama
Hem civâr et habibine, uzâk etme ne olur
 
Merhamet et ne olur, yakma ateşinde
Acı bana, tut elimden, gazâb etme ne olur
 
Yârâb! Seyyiâtımı hasenâta tebdil eyle
Günahlarımı ince ince hesâb etme ne olur
 
Kabrimi pür nûr, mekanımı cennet eyle
Acı bana, tut elimden, gazâb etme ne olur
 
 
 
Saygı Değer Hocamız; Halil Bey
 
Saygı ve Selamlarımı yollar tekrar başladığınız yurt içi vazifenizde üstün başarılar dilerim. Allah sizi ve sizin gibi “din ve bayrak dostu” liderlerimizi korusun.
Hocam, siz buradan gitmediniz. Burada yerleşip kaldınız. Siz varmış gibi, her gün sizinle burada konuşuyoruz. Gözlerimiz ve gönlümüz hep sizi arıyor. Hani bir söz vardır:”kişi gider ev yapılır, kişi gider köy yıkılır kişi gider devlet yıkılır …….” diye Öyle bir şey oldu. Sanki siz gittiniz Duesseldorf yıkıldı gibi. Bir şey!... Camiye gitmeyi canım istemiyor. Sizsiz o cami öyle öksüz ki, bizim gibi biz Türkler ve Müslümanlar gibi…
Dünya gönlünüzce olsun. Sizin küçük yavruya kalpten sevgiler.
Bir Kardeşiniz.23/04/1991
 
 
Sabri ÖĞRETİR
 DÜSSELDORF
 
 
Gönüldeki TÜRKÜ
 
BİR ŞİİR BİR HATIRA
 
 
 
Zaman çok hızlı geçmekte. Nasıl geçtiğinin dahi bazen farkında değiliz. Bir çok tarihi olay söze, yazıya, taşa, mermere, resim olarak, türkü olarak, eser olarak bir sonraki nesillere intikal etmektedir. Bizler Batı Avrupalı Türkler olarak, birinci kuşağın bu ülkeye gelirken, geldikten sonra, onları etkileyen olayları belgeleyen fotoğraf, karikatür, türkü, eşya hatıra niteliğinde ne varsa toplamalıyız.: Çünkü bunlar bizim gelecek kuşaklara bırakacağımız birer tari­hi vesika olacaktır. İlk gelenlerin ilk fotoğrafları, ilk başlarından geçen olaylar, ilk açılan cami, dernek , lokal, sendika şubesi, okul, sınıf, mezar vesaire gibi şeyler adeta tarihi vesikalardır.Bunun yanında daha sonra gelip de toplumun zihninde derin izler bırakan olaylar, kişiler ve onların hakkında yazılan, çizilenlerde çok önemlidir. Bunlarda Batı Türk azınlığının geçirmiş olduğu evreleri bizlere gösterir ve tarihi birer belge değerini taşırlar.
Bundan altı sene önce (1991) Ramazan ayında Düsseldorf u ziyaret eden Sayın Fethiye Müftüsü Halil ARIK hocamız vaaz-ı nasihatleri ile cemaati çok etkilemişti. Onun vaazlarının tesirinde kalan sayın Sabri ÖĞRETİCİ, bir şiiri ile hem Ramazan duygularımızı, hem de şiirin etki ve tesirini bize aşağıdaki şiiri ile yansıtmaktadır.
 
           
 
 
 
Not:
 
1991 yılında Ramazan ayı münasebetiyle Almanya’nın Duesseldorf eyaletine görevli olarak gitmiştim. cemaatımın içinde emekli öğretmenler şairler vardı.Oradan ayrıldıktan sonra Sabri öğretici adında çok değerli bir öğretmenimiz bizim hakkımızdaki düşüncelerini bir mektup ve şiirle ifade etmiş.Kendilerine teşekkür ediyorum
 
 
Daha sonra Denizli li olduğunu bildiğim Halil Gülel adında yazar şair bir arkadaşımız bunu kitabına almış.Ben her iki gönüldaşıma teşekkür ediyorum.Sevgili adaşım Halil Gülel’in beden itibariyle bazı engelleri vardı,ama yüreği vatan sevgisiyle dolu şair yazar ressam bir arkadaşımızdı.Kendisini buradan sevgi ile selamlıyorum.H.A
 
 
 
                                              TEŞEKKÜRLER HOCAM 
 
 
Bir Halil geldiniz, bin Halil olduk
Bir Ramazan boyu hem gönül olduk,
Acı gurbetlerde tatlı dil olduk
Dilinize sağlık sağolun Hocam.
 
Halimize bakıp kerem ettiniz,
 Doğrusu haramı haram ettiniz,
 Islahımız için meram ettiniz
 Dilinize sağlık, sağolun hocam.
 
Bir damla gözyaşı bin mermer kırdı,
 Hocam, siz ağlarken yürekler durdu,
 O kürsüde sanki Mevlana vardı.
 "Gel" inize, sağlık, sağolun hocam.
 
Siz bir hatip değil bir Yunussunuz,
Rahmet sularında hem yunmuşsunuz,
Hocam, gül dalına siz konmuşsunuz.
Gülünüze sağlık, sağolun Hocam.
 
Bazen bir dağ yolunda bir çobandınız,
 Bazen bağrı yanık bir ozandınız,
 Bazen elde kılıç Genç Osmandınız
Kolunuza sağlık, sağolun Hocam.
 
Ömer'in şahsında " adil" oldunuz
Yavuzun şahsında "Hâdim" oldunuz.
Çiçek özü gibi tadım oldunuz
Balınıza sağlık, sağolun Hocam
 
 Bir tarih oldunuz beyaz sakallı,
 Bir Fatih oldunuz, bir de Sokullu,
 Bir şeyler verdiniz anber kokulu
 Elinize sağlık, sağolun Hocam.
 
" Bedrin Arslanları" ve " Çanakkale"
"Viyana kapıları", " Kıprıs'ta Hala",
Düsseldorf’ta Halil, işe bak hele
 Gönlünüze sağlık, sağolun Hocam.
 
Arzuhalim budur, burda kalınız,
Kalmazsanız eğer, bizi alınız,
Bizsiz giderseniz mes'ud olunuz
Yolunuza sağlık, sağolun Hocam.
 
                                      Sabri ÖĞRETİCİ Duesseldorf /04/04/1991
 
 
 
 
 
 
Halil Hocamız                                                                                                            30.12.1999
                                           
Kendisi Afyon’lu olup, Muğla Müftülüğünde görev yapan Sayın Halil ARIK Hoca'mız 09.12.1999 ve 08.01.2000 yılları arasında Ramazan ayında Almanya'nın Gladbeck şehrinde DİTİB Türkiye Camimize vaiz olarak gelmiştir.
 
İlim ve İrfanla dolu olan Hocamız, bizleri Kur'an nuru ile aydınlatıp, vatan millet, devlet ve bayrağın da mukaddes olduğunu vurgulayarak, bölücülükten uzak, insanlarımızı birlik ve beraberlik içerisindedir bütün olarak yaşamaları için, büyük çaba ve nasihatlerde bulunmuştur.
 
Bunun içindir ki, kendisinde olan, o milli şuuru görünce, içimden gelen bu bir kaç beyiti yazmış bulunuyorum. Kendisinin her türlü saygıya layık olduğunu ve böyle aydın hocalarımızın daima bizlerle olmasını dileyerek saygılarımı sunuyorum.
                                                  
                                                                                                                             Nedim VAROL
 
 
 
Halil Hoca'ma
 
Benim bu sözlerim Halil Hocama
inan müminlerin yarisin Hocam.
Bize çok şey verdin kısa zamanda,
Sanki bal yapan bir arısın Hocam.
 
Şöyle bir dinledim eyledim fikir,
Ruhumda yükseldi manevi zikir.
Daha sizler vardır Allah'a şükür,
Hakikat babının yolusun Hocam.
 
Kürsüye çılanca kesilmez hızı,
Anlamlı sözlerle ağlattın bizi.
 Coşkunca kürsüye vur bazı,bazı,
Kalbimizin yağı erisin Hocam.
 
Sizlersiniz insanlara yön veren,
Sizlersiniz fidanlara can veren,
Sizlersiniz kalbimize kan veren,
    Sen bu tabiblerden birisin Hocam.
 
Bana bu şiiri yazdıran sözlerin.
         Vatan, bayrak dedin, doldu gözlerim.
     Hocam inanın ki sizi özlerim.
      Nedim'in dostundan birisin Hocam.
 

Şairiniz Nedim VAROL
Tufanbeyli, Ayvat Köyü ADANA

 
 
Not 1999 yılında ramazan ayı münasebetiyle Almanya’nın Münster-Gladbeck eyaletinde görevli olarak bulundum Nedim Varol adında gurbetci bir şairimiz duygu ve düşüncelerini dile getirmiş. Bir vefa borcu olarak onu minnetle anıyorum. H.A
 
 
 
 
 
 
   İÇİNDEKİLER
1.Takdim
2.Elhamdülillah
3.Yâ Rasûlallah
4.Gelemedim Yâ Rasûlaallah
5.Gelmek istiyorum
6.Geliyorum Garip Garip
7.Geldim Yâ Rasûlallah
8.Tut Elimden Yâ Rasûlallah
9.Gül’ün Üstüne
10.Çeke Çeke Geldim
11.Vefa
12.Vefasız
13.Yordular Beni
14.Yanıyorum
15.Zor Geldi Bana
16.Hasret
17.Kerbelâ
18.Bitlis
19.Asrın Mütefekkiri
20.Atıver Gitsin
21.Arzu Hal
22.Oyun Bitti
23.Ölüm
24.Korkarım
25.Sor Beni
26.Anladım
27.Çözülmedi
28.Dilinde Kaldım
29.Ona Yanarım
30.Olmadım Gitti
31.Son Yolculuk
32.Uzun Yolculuk
33.Özledim
34.Sıla Hasreti
35.Çok Özledim
36.Gördüm de Geldim
37.Söz Kalmadı
38.Gelemem Gayrı
39.Gezdim de Geldim
40.Gidelim
41.Gönüldaş Bulamadım
42.Gel Dediler
43.Gözyaşı
44.Sırlar Geldi Geçti
45.Geldi Geçti
46.Sordum da Geldim
47.Dediler
48.Divane Gönlüm
49.Dura Dura Geldim
50-51.Diye Geldim
52.Kalmadı
53.Nerede Kaldı
54-55.Öze Geldim
56.Öz Nerde Kaldı
57.Özümle Cedelleşme
58.Perişan
59.Sözümüz Var Bizim
60.Söyleme Ne Olur
61.Sordu Beni
62.Söz Verdim
63.Tükendi
64.Teselli
65.Yollar Ağladı
66.Yanan Benim
67.Yoruldum
68.Yollar Kapandı
69.Yandı Bu Gönül
70.Yetmedi Bana
71–72.Başa Döndü
73–74.Bulamadım
75.Bizimdir
76.Bu Gece
77.Çevirdiler
78.Çekilmez Oldu
79.Münacaât
80.Sabri ÖĞRETİR Bey’in mektubu
81–82.Bir Şiir Bir Hatıra-Halil Gülel
83.Nedim VAROL Bey’in mektubu ve şiiri
84-Özgeçmiş
 
 




 

ARKADAŞIMI BANA BIRAKIRSINIZ, DEĞİL Mİ?

 

                       

Ebü’d- Derdâ radıyallahu anh anlatıyor:

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yanında oturuyordum.

O sırada Hz. Ebû Bekir göründü. Diz kapağı açılacak şekilde eliyle elbisesini toplamış, telâşla geliyordu.

Peygamber Efendimiz:

“Herhalde arkadaşınız biriyle kavga etmiş” buyurdu.

Hz. Ebû Bekir selâm verdikten sonra:

“Yâ Resûlallah!” dedi. Ömer ibni Hattâb ile aramızda çekişme oldu. Ben biraz ileri gittim. Sonra yaptığıma pişman oldum. Beni bağışlamasını istedim. Fakat o buna yanaşmadı. Ben de kalkıp sana geldim.”

Bunun üzerine Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, üç defa:

“Allah seni bağışlasın, Ebû Bekir!”buyurdu.

Bir süre sonra Hz. Ömer de yaptığına pişman olmuş. Doğruca Ebû Bekir’in evine giderek:

“Ebû Bekir evde mi?”diye sormuş.

“Hayır, evde değil” demişler. O da doğruca Peygamber aleyhisselâm’ın yanına geldi, selâm verdi.

O sırada Resûl-i Ekrem’in mübarek yüzü, öfkelenmeye başladığını gösteriyordu.

Hz. Peygamberin Ömer’e bir şey söylemesinden korkan Ebû Bekir hemen iki dizinin üzerine oturdu ve:

“Ey Allah’ın Elçisi! Vallahi çekişmeyi başlatan benim” dedi ve bu sözü iki defa tekrarladı.

O zaman Resûl-i Ekrem Efendimiz şunları söyledi:

“Allah Teâlâ beni size peygamber olarak gönderdiğinde siz beni yalanlamıştınız. Bana yalnız Ebû Bekir inanmıştı. Ve beni malıyla, canıyla o desteklemişti. Benim arkadaşımı bana bırakırsınız, değil mi? Benim arkadaşımı bana bırakırsınız, değil mi?”

O günden sonra hiç kimse Hz. Ebû Bekir’i incitecek birşey yapmadı.

        

 

 

           

BİR MÜZAYEDE

                 

Bir gün Peygamber Efendimizin yanına, Medineli Müslümanlardan fakir bir adam geldi ve yiyecek bir şeyler istedi.

Efendimiz ona:

“Senin evinde hiç eşya yok mu?” diye sordu.

Adam:

“Var” dedi.”Bir kısmıyla örtündüğümüz,bir kısmını yere serdiğimiz bir çul, bir de su kabımız var.”

Resûl-i Ekrem “Onları bana getir” buyurdu.

Adam çul ile su kabını getirdi.

Peygamber Efendimiz onları eline aldı ve etrafındakilere:

“Bunları kim satın almak ister?” diye sordu.

Sahâbîlerden biri onlara bir dirhem vereceğini söyledi. Hz. Peygamber:

Artıran yok mu?” diye birkaç defa seslendi ve iki dirhem verene onları sattı. Parayı fakir Sahâbîye uzatarak:

“Bunun bir lirasıyla ailene yiyecek al. Kalan parayla da bir balta satın alıp bana getir” buyurdu.

Adamın getirdiği baltaya efendimiz kendi elleriyle bir sap taktı ve ona şunları söyledi:

“Haydi, şimdi git; bununla odun kes ve sat!

“On beş gün çalış; ondan sonra yanıma gel!”

Fakir adam on beş gün sonra Efendimizin yanına geldi. On dirhem kazanmış, bu parayla kendine ve ailesine elbise ve yiyecek almıştı.

Peygamber Efendimiz buna çok sevindi ve ona şunları söyledi:

“Dilenciliğin, kıyamet günü suratında bir leke gibi görünmesinden, böylesi senin için daha iyidir

 

 

        

 

 

             

ÖLÜM ŞEKLİNİN NE ÖNEMİ VAR

 

 

        

                 

Hicretin  dördüncü  yılıydı.

Peygamber  Efendimiz on sahâbîye önemli bir görev verdi. Medine’den uzaktaki bazı kabilelere İslamiyet’i öğreteceklerdi.

Kafile bir gün yola çıktı. Zeyd ibni Desine ve Hubeyd ibni Adî de aralarındaydı.

Recî suyu denilen yerde, İslamiyet’in yayılmasını istemeyen 100 kâfir onlara pusu kurdu. Hepsi de çok iyi okçuydu.

Müthiş bir çarpışma oldu. Sonunda Zeyd ile Hubeyd esir düştü. Diğerlerinin ruhu cennete uçtu.

Bu İslâm düşmanları iki esiri Mekke’ye götürdüler.

Onları, Bedir Savaşında ölen yakınlarının intikamını almak isteyenlere sattılar.

Kâfirler, ellerini ve ayaklarını zincire vurdukları Zeyd ile Hubeyb’i ayrı ayrı yerlere hapsettiler.

Bir gün Hubeyb’in elinde bir üzüm salkımı gördüler. Mevsim üzüm mevsimi değildi. Ona üzümü kim vermişti? Şaşıp kaldılar.

Yine de onları idam etmeye karar verdiler. Ten’im denilen yerde Mekke halkını topladılar.

Zeyd ile Hubeyb’e:

“Gelin,”dediler. “Dininizden dönün, sizi serbest bırakalım.” Ama onlar bu teklifi kabul etmediler.

İki şehit adayı idam edilmeden önce ikişer rek’at namaz kıldılar.

Müşriklerin lideri  Ebû Süfyan o günlerde daha Müslüman olmamıştı;

Darağacının altındaki Zeyd’e yaklaştı:

“Allah aşkına söyle Zeyd!” dedi. “Şimdi sen çoluk çocuğunun yanında olsaydın, senin yerinde Muhammet bulunsaydı, seni idam edeceğimize onu öldürseydik ne iyi olurdu, değil mi?”

Zeyd  İbni Desine, iman zevkinden yoksun bu adama hayretle ve acıyarak baktı:

“Sen ne diyorsun ?” dedi. Muhammed aleyhisselâm’ın burada olması şöyle dursun, onun şu anda bulunduğu yerde ayağına diken batmasına bile gönlüm razı olmaz.”

Ebu Süfyan hayretten donakaldı:

“Ben dünyada, Muhammed’in arkadaşlarının onu sevdiği kadar birbirini seven kimse görmedim” dedi.

Sonra kalkıp Hubeyb’in yanına gitti. Aynı şeyleri ona da söyledi. Ondan da aynı cevabı aldı.

Hubeyb’i çarmıha gerer gibi kuru bir ağaca bağlamışlardı. Ondan intikam almak isteyenler mızraklarını sıkı sıkı kavrarken Hubeyb’in ağzından şu sözler döküldü:

“Müslüman olarak öldükten sonra, ölüm şeklinin ne önemi var?”

 

      MERHAMET DUYGUSU

 

Üsâme İbni Zeyd Radıyallahu Anhümâ anlatıyor.

Hz. Peygamberin yanındaydık.

Kızı Zeynep ona:

“Oğlum ölmek üzere, lütfen bize kadar geliniz” diye haber gönderdi.

Resül-i Ekrem de kızına selâm ile birlikte şu cevabı yolladı:

“Kızım!

“Alan da, veren de Allah’tır.

“Onun yanında her şeyin belli bir ömrü vardır.

“Sabret ve ödülünü Allah’tan bekle!”

Bu defa Zeynep:

“Ne olur, babacığım, mutlaka geliniz” diye haber gönderdi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Sa’d ibni Ubâde gibi Sahâbilerle birlikte kızının evine gitti.

Nefes almakta zorluk çeken çocuğu Hz. Peygamberin kucağına verdiler.

İşte o zaman Efendimizin gözlerinden yaşlar boşandı.

  Bu durumu gören Sa’d İbni Ubâde hayretle:

“Ey Allah’ın Rasûlü, bu ne haldir? deyince, Peygamber efendimiz şunları söyledi:

“Bu Allah’ın, kullarının kalbine koyduğu merhamet duygusudur.

“Allah bu duyguyu şefkatli kullarına verir.”

 

 

 

                       SÖZÜNDE DURMAK VAR

 

 

Vaktiyle halife Muâviye bin Ebû Süfyân Bizanslılarla bir sulh anlaşması yapmışlardı.

Anlaşma süresi henüz sona ermeden, Muâviye ordusuyla birlikte Bizans’a doğru yola çıktı. Bizans ülkesine yakın bir yerde bekleyecek, antlaşma süresi bitince onlarla savaşacaktı.

Ordu Bizans’a doğru yol alırken, bir atlı göründü. Adam: “Allahü ekber, Allahü ekber” diye yüksek sesle tekbir getirdi.

Dikkatleri üzerinde topladığını anlayınca:

“Sözünde durmak var dönmek yok” diye seslendi.

Kimmiş bu adam diye dikkatlice bakınca, onun ilk Müslümanlardan  Amr ibni Abese olduğu anlaşıldı.

Halife onu yanına getirtti ve:

“Böyle seslenmekle bize ne demek istedin?” diye sordu.

Amr ibni Abese şunları söyledi:

“Ben Rasûl-i Ekrem’ in şöyle buyurduğunu işittim:

“Bir kimse bir kavimle antlaşma yapmışsa, süresi bitene veya anlaşmayı bozduğunu onlara bildirene  kadar antlaşmayı ne bozsun, ne de onu yenilesin!”

Bunun üzerine Muâviye ordusuyla birlikte geri döndü.

Böylece kendisine söz verilen kimsenin Müslim, gayr-i Müslim olması arasında fark bulunmadığı anlaşıldı. Biriyle antlaşma yapan Müslümanın sözüne ve ahdine sâdık kalması gerektiği iyice öğrenilmiş oldu.

        

 

              YÜZLERİ PARILDAYAN KİMSELER

 

Bir gün sevgili Peygamberimiz, yanındaki sahâbîlerle birlikte kabristanı ziyarete gitmişti:

Oraya varınca:

“Selâm size, ey  mü’minler diyârı!

İnşallah biz de yakında aranıza katılacağız” buyurdu.

Ardından da:

“Kardeşlerimi görmeyi çok özledim” dedi.

Sahâbîler:

“Ey Allah’ ın Elçisi! Biz senin Kardeşlerin değil miyiz?” dediler.

Rasül-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu:

“Siz benim Ashâbımsınız; kardeşlerim henüz dünyaya gelmediler.

Ben onları âhirette  Kevser havuzunun başında bekleyeceğim.”

Sahâbîler:

“Ya Resûlallah! Ümmetinden henüz dünyaya gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın?” diye sordular.

Allah’ın Resûlü onlara şöyle bir misal verdi:

“Söyleyin bakalım! Bir adamın alnı ak, ayakları sekili bir atı olsa;

“bu at yağız ve doru bir at sürüsüne karışsa, o adam atını hemen tanımaz mı?”

Sahâbîler:

“Elbette tanır, ey Allah’ın Elçisi!” dediler.

Resûl-i Ekrem Efendimiz sözünü şöyle tamamladı:

“İşte onların da,  aldıkları abdestlerden dolayı yüzleri ak, el ve ayakları parlak olacak. Ben de onları hemen tanıyacağım.

Ve Kevser havuzunun başında onları bekleyeceğim.”

 

 

 

PEYGAMBERİMİZİ SEVMELİ, SAYMALIYIZ

 

 

Peygamberimizi niçin sevmeliyiz?

Bu sorunun kısaca cevabı şudur:

O bize Allah’ın buyruklarını getirdi, dinimizi öğretti, doğru yolu bulmamıza yardım etti, ebedi kurtuluşa ermemize aracı oldu.

Bu iyilikleri sebebiyle Peygamber Efendimizi sevmek bizim en tabii görevimizdir.

Nasıl sevmeli?

İyi mü’min, Peygamberini canından ileri tutmalıdır. Bunu Allah Teâlâ istemektedir.

Onu ana babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmelidir.

Hem Allah’ı, hem Resûlullah’ı evrendeki her şeyden daha çok sevmedikçe mü’min adını almak mümkün değildir. Peygamber efendimiz de böyle buyurmuştur.

Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’i sevmeyi gerektiren pek çok sebep vardır; ama bunların üçü çok önemlidir:

Birincisi, o, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir..

İkincisi, Allah Teâlâ onu en üstün ahlâka sahip kılmıştır.

Allah Teâlâ Tevrat’ta Yahudilere, İncil’de Hıristiyanlara “O Peygamber”in geleceğini haber vermiş, özelliklerini tanıtmış, Yahudiler ve Hıristiyanlar da onu kendi öz oğulları gibi tanımışlardır. Onu görür görmez kendisine iman etmeleri emredildiği halde, ne yazık ki, iman etmemişlerdir.

 

 

ORUÇ İBADETİ VE NEFİS TERBİYESİ

 

Oruç ibadeti, İslam’ın beş temel esasından biridir. Farz oluşu kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Yüce Allah,

Ey mü’minler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı”(Bakara,2/183) buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.) ise;

“Kim faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” buyurmuştur.

 

Oruç Kelimesinin Anlamı

Oruç kelimesi ayet ve hadislerde “savm” ve “sıyam” kelimeleriyle ifade edilmiştir. Bu kelime sözlükte kişinin kendisini yeme, içme, yürüme ve konuşma gibi herhangi bir söz, eylem ve davranıştan alıkoyması anlamlarına gelir. Kur’an’da bu anlamda kullanılmıştır. (Meryem 19/26) Dini bir terim olarak savm; mü’minin ibadet niyetiyle imsak vaktinden iftar vaktine kadar kendisini yeme, içme ve cinsel ilişkiden alıkoyması demektir.

 

Oruç Evrensel Bir İbadettir

Oruç ibadeti insanlık tarihi kadar eskidir. Yüce Allah,

 “Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” ayeti ile orucun Hz. Adem’den Hz. Muhammed (s.a.s)’e kadar bütün insanlara farz kılındığını bildirmektedir.

Tabiin müfessirlerinden Katade b. Daime, Allah’ın önceki toplumlara farz kıldığı orucun Ramazan orucu olduğunu söylemiştir. Yahudiler, Ramazan orucunu terk etmişler, yerine yılda bir gün oruç tutmaya başlamışlardır.Hıristiyanlar ise sıcak sebebiyle orucu bahar mevsimine almışlar, bu değişimin karşılığı olarak 10 gün ilave yapmışlardır. Daha sonra 10 gün daha ilave ederek orucu 50 güne çıkarmışlardır.

 

Orucun Tarihçesi

Sahabeden Muaz b. Cebel, oruç ibadetinin şu merhalelerde geldiğini bildirmiştir.

a) Aşura ve Eyyam-ı Bid Orucu

Hz.Aişe validemizin bildirdiğine göre İslam öncesinde Mekke halkı ve Peygamberimiz “aşüra” orucu tutuyordu. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman Yahudilerin “aşüra” orucu tuttuklarını gördü, kendilerine bu orucu niçin tuttuklarını sordu. Onlar, “bu gün hayırlı bir gündür, bu günde Allah, İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardı.Musa (a.s.) bu günde oruç tuttu”cevabını verdiler.Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), “Biz Musa’ya sizden daha evla ve layığız” dedi ve aşüra orucu tuttu ve ashabına da tutmalarını emretti.

Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da Peygamberimiz (s.a.s.), aşüra orucunu tutmuş ve

“Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç Allah’ın ayı olan muharrem ayında tutulan aşüra orucudur” sözleriyle tutulmasını teşvik etmiştir. Sahabeden isteyen bu orucu tutmuş, isteyen de tutmamıştır. Aşüra orucu, Muharrem ayının 9 ve 10. günlerinde tutulur.

 Ayrıca Peygamberimiz (s.a.s), Ramazan orucu farz kılınmadan önce “eyyam-ı bid” olarak nitelenen kameri ayların 13,14 ve 15. günlerinde de oruç tutmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.) Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da bu orucu tutmuş ve

“Her ay üç gün oruç tutmak bütün seneyi oruçla geçirmek gibi olur”sözleriyle bu orucun tutulmasına teşvik etmiştir.

 

 

 

b) Ramazan Orucu

Ramazan orucu, Bakara süresinin 183-184. ayetleriyle hicretin ikinci yılında Bedir savaşı öncesinde şaban ayında farz kılınmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.) hayıtında dokuz sene Ramazan orucu tutmuştur.

183. ayette orucun mutlak olarak farz kılındığı bildirilmekte, ancak orucun ne zaman, nasıl, ve kaç gün tutulacağı bildirilmemektedir. 184. ayette bu kapalılık kısmen giderilmiş, orucun “sayılı günlerde” tutulacağı beyan edilmiştir.”Sayılı günler” ile maksat Ramazan ayıdır. Bakara süresinin 184 ve 185. ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır:

“(Oruç), sayılı günler(dedir)...”

…Sizden kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun…”

 Allah, bu ayetlerle Ramazan orucunu tutumayı müslümanlara farz kılmıştır.

 

GÜNEŞ BATIYOR

 

       Ölümü öldürmek mümkün değil…

Kabir kapısına kilit vurmak ise imkansız.

 

       Güneş batmak üzere, Ahiret ise uzakta değil, burnumuzun dibinde. Peygamber Efendimiz bu gerçeği anlatmak için, Cennetin de, Cehennemin de bize ayakkabımızın bağcığından daha yakın olduğunu bildiriyor.

 

       Abdullah İbni Ömer, “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol ve kendini ölmüş bil!” hadis-i şerifini bizzat Peygamber Efendimizden duymuştu. Bu hadisi, bir Sahâbi hassasiyeti içerisinde şöyle açıkladı:

 

       Akşama ulaştığında sabahı gözetme; sabaha kavuştuğunda akşamı bekleme.

Sağlıklı günlerinde hastalık zamanı için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al!

 

 

         Ömür kısa, rıhlet ise çok yakın. Yüce Peygamberimiz “Batan güneşi” haber vermek için bu günün geçen saatlerine göre kalan saatleri ne kadar kısı ise, dünyanın geçen ömrüne göre kalan ömrü de o kadar kısadır buyurmaktadır.

                                                                                                          

 

                                                                                                            Halil ARIK

                                                                                                       Burdur İl Müftüsü

                                     

 

 

 

Adamın biri günah işlemişti.

Bunu öğrenen kimseler ona sövüp hakaret ediyordu.

Güzel sözleri ve vaazlarıyla ünlü Sahâbi  Ebü’d-Derdâ Hazretleri oradan geçiyordu.

Adamların yanına yaklaştı ve kendileriyle konuşmaya başladı:

“O hakaret ettiğiniz adamı bir çukurda görseydiniz tutup çıkarmaz mıydınız?”

“Elbette çıkarırdık.”

“Öyleyse bu kardeşinize hakaret etmeyiniz.

“Sizi onun yaptığı yanlışa düşmekten koruduğu için Allah’a

hamdediniz.”

Adamlar şaşırmıştı.

“Yani şimdi sen bu günahkâra buğzetmiyor musun?”diye sordular.

Bu bilge Sahâbi şu hârika cevabı verdi:

“Ben ona değil,yaptığı işe buğzediyorum.

“Yaptığı kötü işten vazgeçince, o yine benim kardeşimdir.”

 

 

                 Bir gün peygamber efendimiz ile oturuyorduk, Allah’ ın elçisi:

“Şimdi şuradan Cennetlik bir adam gelecek” buyurdu. Daha

sözünü bitirir bitirmez  Medineli  Sa’d Amca göründü. Yanımıza gelince selam verdi. Ayakkabıları elindeydi; yeni abdest aldığı

için sakallarından su damlıyordu.

Bu olay ertesi gün, daha ertesi gün de aynı şekilde yaşandı.

Namazdan sonra Peygamberimizin genç  Sahâbîlerinden Amr

İbni  Âs’ ın oğlu Abdullah, Sa’ d Amcanın peşine takıldı:

“Amca!” dedi. “Babamla aramız bozuldu;  üç gün eve gitme-

yeceğime yemin ettim; eğer kabul edersen evinizde üç gün mi-

safir olmak istiyorum.”

Sa’d Amca da kabul etti.

Beraberce gittiler.

Abdullah’ ın bize anlattığına göre üç gece aynı odada yattılar.

Abdullah, acaba bu Cennetlik adam nâfile ibadet etmek için ne

zaman kalkacak diye geceleri boşuna bekleyip durdu.

Sa’ d Amca geceleri kalkıp namaz kılmadı. Yalnız uyanıp da ya-

tağında sağa sola döndükçe Allah’ ı anıyor, tekbir getiriyordu. Bir

de konuştuğu zaman  sadece iyi ve hayırlı sözler söylüyordu. Sa-

bah namazı olunca, kalkıp namaza gidiyordu.

Üç gece böyle geçti. Abdullah aradığını bulamamıştı. Sonun-

da Sa’d Amcaya işin aslını anlattı:

“Amca!” dedi. “Babamla aramızda bir anlaşmazlık yok. Pey-

gamber efendimiz üç gün üst üste  ‘Şimdi buradan Cennetlik bir

adam gelecek’ buyurdu. Her defasında da sen çıkıp geldin. Ben

de senin evinde birkaç gün kalarak yaptığın ibadetleri öğrenme-

ye ve senin gibi yaşamaya karar verdim. Fakat pekte önemli bir

ibadetini görmedim. Hangi davranışın sebebiyle Peygamber

Efendimiz senin Cennetlik olduğunu söyledi?”

Sa’ d Amca:

“Gördüğünden başka yaptığım bir ibadetim yok” dedi. Abdul-

lah kalkıp gidiyordu ki, “Dur, yeğenim!” dedi.

“Ben hiçbir Müslüman’a kin gütmem,

“ve Allah’ın birine verdiği nimeti kesinlikle kıskanmam.”

O zaman Abdullah:

“Tamam, Amca” dedi. “Seni Cennetlik yapan, bizim sahip ola-

madığımız işte bu özelliğindir.”

Bir gün peygamber efendimiz ile oturuyorduk, Allah’ ın elçisi:

“Şimdi şuradan Cennetlik bir adam gelecek” buyurdu. Daha sözünü bitirir bitirmez  Medineli  Sa’d Amca göründü. Yanımıza gelince selam verdi. Ayakkabıları elindeydi; yeni abdest aldığı için sakallarından su damlıyordu.

Bu olay ertesi gün, daha ertesi gün de aynı şekilde yaşandı.

Namazdan sonra Peygamberimizin genç  Sahâbîlerinden Amr İbni  Âs’ ın oğlu Abdullah, Sa’ d Amcanın peşine takıldı:

“Amca!” dedi. “Babamla aramız bozuldu;  üç gün eve gitmeyeceğime yemin ettim; eğer kabul edersen evinizde üç gün misafir olmak istiyorum.”

Sa’d Amca da kabul etti.

Beraberce gittiler.

Abdullah’ ın bize anlattığına göre üç gece aynı odada yattılar.

Abdullah, acaba bu Cennetlik adam nâfile ibadet etmek için ne zaman kalkacak diye geceleri boşuna bekleyip durdu.

Sa’ d Amca geceleri kalkıp namaz kılmadı. Yalnız uyanıp da yatağında sağa sola döndükçe Allah’ ı anıyor, tekbir getiriyordu. Bir de konuştuğu zaman  sadece iyi ve hayırlı sözler söylüyordu. Sabah namazı olunca, kalkıp namaza gidiyordu. 

Üç gece böyle geçti. Abdullah aradığını bulamamıştı. Sonun-

da Sa’d Amcaya işin aslını anlattı:

“Amca!” dedi. “Babamla aramızda bir anlaşmazlık yok. Peygamber efendimiz üç gün üst üste  ‘Şimdi buradan Cennetlik bir adam gelecek’ buyurdu. Her defasında da sen çıkıp geldin. Ben de senin evinde birkaç gün kalarak yaptığın ibadetleri öğrenmeye ve senin gibi yaşamaya karar verdim. Fakat pekte önemli bir ibadetini görmedim. Hangi davranışın sebebiyle PeygamberEfendimiz senin Cennetlik olduğunu söyledi?”

Sa’ d Amca:

“Gördüğünden başka yaptığım bir ibadetim yok” dedi. Abdullah kalkıp gidiyordu ki, “Dur, yeğenim!” dedi.

“Ben hiçbir Müslüman’a kin gütmem, “ve Allah’ın birine verdiği nimeti kesinlikle kıskanmam.”

O zaman Abdullah:

“Tamam, Amca” dedi. “Seni Cennetlik yapan, bizim sahip olamadığımız işte bu özelliğindir.”

 

 

BİZEDE BİR GÜN AYIR

 

Ebu Said El-Hudri Radiyallahü anh anlatıyor:

Bir gün Peygamber Efendimizin yanına bir hanım geldi:

“Ey Allahın Elçisi!” dedi.

“Senin sözlerinden hep erkekler faydalanıyor.

“Biz kadınlara da bir gün ayır; o gün senin yanına gelelim.

Allahın sana öğrettiğini biz de öğrenelim.”

Rasüli Ekrem ona:

“Falan gün falan yerde toplanınız.” buyurdu

O gün kadınlar bir araya geldiler.

Peygamber efendimizde onların yanına gitti;

Allah Tealanın kendisine öğrettiği bilgileri onlara öğretti; bazı tavsiyelerde bulundu.

Sonra Şöyle buyurdu:

“Siz den bir hanımın üç çocuğu ölürse, bu yavrular Cehenneme karşı annelerine siper olurlar.”

Bir kadın:

“Ya iki çocuğu ölenler?.” Diye sorunca,

“İki çocuğu ölen anneyi de o yavrular Cehennem ateşinden korur” buyurdu.

 

 

 





 

 


 
  645822 ziyaretçi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol