1944 Afyonkarahisar doğumlu Halil ARIK, İlkokulu doğum yeri olan Balçıkhisar’da bitirdi.
Hafızlığını ikmal ederken bir yandan da klasik usulde Arapça okudu. Fahri olarak 4 sene köy imamlığı yaptıktan sonra 1964-1966 yıllarında Bornova’da askerliğini yaptı. Terhisi müteakip Isparta-Senirkent İlçesinde Vekil İmam-Hatip olarak göreve başladı. Bu arada önce Ortaokulu daha sonra İmam-Hatip Okulu 1.Devre ve 2.devresini dışarıdan bitirdi. 29.02.1972 yılında İmam-Hatip olarak Şuhut-Karadilli Kasabasında tekrar asil göreve başladı.
1974 yılında Üniversite sınavlarına katılarak İzmir Yüksek İslam Enstitüsüne girdi. 02.10.1974 tarihinde Bayındır Müftülüğü Cami Personeli Kontrol Memurluğuna (Murakıp) naklen atandı.05.08.1975 tarihinde ise Bornova Murakıplığına geçti.
1978 yılında İzmir Yüksek İslam Enstitüsünü bitirerek aynı sene Müftülük sınavlarına katılarak 19.10.1978 yılında Antalya-Kaş İlçesine İlçe Müftüsü olarak atandı. Daha sonra 30.09.1980 yılında Afyonkarahisar İli Emirdağ İlçe Müftülüğüne 15.10.1985 yılında ise Muğla İli Fethiye İlçe Müftülüğüne atandı. Yaklaşık 13 sene bu görevi yürüten Halil ARIK 1998 yılında Muğla İli Müftü Yardımcılığına, 13 Kasım 2001 yılında ise Bitlis İl Müftülüğüne, 15.03.2006 tarihinde Niğde İl Müftülüğüne, 28.08.2006 tarihinde de Burdur İl Müftülüğüne atandı. 24.03.2009 tarihinde emekli olan Halil ARIK;
Evli ve biri erkek ikisi kız olmak üzere 3 çocuk sahibi olup, Arapça biliyor.
Halil ARIK
Emekli İl Müftüsü
|
TAKDİM
2004 yılında Bitlis Hacılarının başında Kafile Başkanı olarak Hac’ca gitmiştim.
Bitip tükenmesini istemediğim huzurlu ve hüzünlü Medine geceleri…
İşte o uzun ve hüzünlü gecelerden birisinde aldım elime kalemi, yazdım başıma geleni. Yazdıklarım uzun zaman ülkemizin en kadim dergilerden birisi olan HAKSES de yayınlandı. Her sayısında yayınlandıkça bana cesaret geldi. Bu bakımdan değerli dostum ve ağabeyim İsmail KARAKAYA beye teşekkürlerimi bir borç bilirim.
Bitlis’ten sonra Niğde ve Burdur İl Müftülükleri…
Şairlik gibi bir iddiam yok. Bunlar benim gönül dünyamdan süzülüp gelen feryad ve figânımdır. Bunlar hasretle yazıldı. Bazıları da bizzat Peygamberimizin huzurunda gözyaşları ile yazılmıştır. Ben biliyorum ki, bu bölük pörçük sözcüklerimin arasında hasret ve gözyaşı vardır. Bitlis, Niğde, Burdur ve Medine geceleri bunun şahididir.
Sürçü lisan ettikse affola.
Saygılarımla
Halil ARIK-FETHİYE
|
TEŞEKKÜR
2004 yılında Bitlis İl Müftüsü iken şiirlerin yazılması hususunda beni teşvik eden değerli dostum Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Zeki TAN bey’e
Baskı ve dizgi aşamasına gelinceye kadar büyük gayret sarf eden Burdur İl Müftülüğü Personel Kısım Şefi Mevlüt TOSUN beye ve son tashihleri yapan oğlum Hüseyin Yasin Arık’a teşekkürlerimi bir borç bilirim.H.A.
|
GÖZYAŞI
25.03.
ELHAMDÜLİLLAH
Bitti Haccımız, yol göründü bize
Bindik atımıza göçtük Elhamdülillah
Ne insanlar gördük, ne mücrimler
İyiyi kötüden, seçtik Elhamdülillah
Pişman olduk, cürmümüzden utandık
Günahlarımızdan, geçtik Elhamdülillah
Dinlediler iki büklüm, gözü yaşlı
Etrafa inciler saçtık, Elhamdülillah
Ne işe yaradı bilmem, neden ağladık
İnci gibi gözyaşı, döktük Elhamdülillah
Ne kadar umutlanmıştık, dilemiştik
Kâbe’ ye doğru, uçtuk Elhamdülillah
Lebbeyk geldi bize, davet aldık
Kâbe yollarını,aştık Elhamdülillah
Tıkandı kulağımız, kurudu gözlerimiz
Bu sene Ravza’ ya,koştuk Elhamdülillah
Ne insanlar vardı, kupkuru, mağrur
Halimize baktık, şaştık elhamdülillah
İltifat, ikram, izzet.medh-u sena!
Riyadan korkup, kaçtık Elhamdülillah
Sığmadık mekanlara, dar geldi bize
Deliler gibi yola,düştük Elhamdülillah
Çık Halil’im Dünya zindanından
Halimize kefen,biçtik Elhamdülillah
YÂ RASÛLALLAH
Yıllar var ki canım, arzular seni
Yanar tutuşur,özler Yâ Rasûlallah!
Giderim olmaz, gelirim hiç olmaz
Yüreğim derinden,sızlar Yâ Rasûlallah!
Bu kadar gözyaşı nedendir bilinmez
Kan revân olur,gözler Yâ Rasûlallah!
Bölük-pörçük yaşadım, utanıyorum
Çiğnensin yerde,yüzler Yâ Rasûlallah!
Az mı kaldı, gelecek miyim sana?
Nasıl dayansın,dizler Yâ Rasûlallah!
Yaz-bahar geçti, hazân yaklaşıyor
Nerede güzelim,yazlar Yâ Rasûlallah!
Aramızda sıra dağlar var, gelemiyorum
Beni getirsin sana,düzler Yâ Rasûlallah!
Hâlim Allah’ a malumdur, bir de sana
Yakıyor sinemi,közler Yâ Rasûlallah!
Kaybolmaktan,çok korkuyorum
Götürsün beni ,izler Yâ Rasûlallah!
Göremiyorum önümü, aydınlat beni
Çekilsin aradan,tozlar Yâ Rasûlallah!
Gecelerden çok korkuyorum Ah!...
Gelsin artık,gündüzler Yâ Rasûlallah!
Uhud dağı ve Şehidlerin efendisi ile
Gelelim sevinerek,bizler Yâ Rasûlallah!
O kadar cürmüm var ki utanıyorum
Nasıl bakacak,yüzler Yâ Rasûlallah!
Selâm Bitlis’ten, Nurs’ tan, Hizan’ dan
Bitmesin kelâmlar,sözler Yâ Rasûlallah!
Şeb-i Arûs olsun, düğüne benzesin
Yanık-yanık çalsın,sazlar Yâ Rasûlallah!
El aman kıtmîrin olayım kovma kapından
Lâyık sana sevgiler,nazlar Yâ Rasûlallah!
GELEMEDİM YÂ RASÛLALLAH
Gelemedim bu sene, Yâ Rasûlallah
Yandım, tutuştum, közlere düştüm
Seven sevdiğini, çağırırmış evine,
Naz ettim, sitem ettim, sözlere düştüm
Yandım hasretinden, âhım arşa çıktı
Nâr-ı Beyzâ içinde ben, buzlara düştüm
Bilmem gidenler mi, gidemeyenler mi?
Gece-gündüz yoldayım, tozlara düştüm
Okunmuş feryadım huzûr-u saâdette
Ben ağlayıp sızladım, nazlara düştüm
Tam koca iki sene, görmedim dîdârını,
Dile geldim, nazar oldu, gözlere düştüm
Tutmak üzereyken onun, dest-i pâkini
Yuvarlandım yamaçtan, düzlere düştüm
Son bir çırpınış dedim, uzattım elimi
Yarı yolda kaldım ah! tozlara düştüm
Tut elimden ne olur, Yâ Rasûlallah!
Ayaklarım tutmuyor , dizlere düştüm
Geceleri sırdaşım oldu gözyaşlarım
Gönül telim kırıldı, sazlara düştüm
Ben kış yaşadım, eller bahardayken
Baharı hiç görmedim, güzlere düştüm
Bir kere daha bak ne olur, Yâ Rasûlallah
Gözümü diktim sana gelen, izlere düştüm.
GELMEK İSTİYORUM
Yâ Rasûlallah, sana gelmek istiyorum
Elimde olsa Billahi, ölmek istiyorum
Zifiri karanlıkta, meçhuller içindeyim
Perdeyi aralayıp, bilmek istiyorum
Gözyaşları derdime deva oldu
Verdiğin mendile, silmek istiyorum
Nefsimle cedelleştim, ruhumu örseledim
Çok özledim yanına, gelmek istiyorum
Dönülmez ufkun yollarına düştüm
Gelebilsem yanında, kalmak istiyorum
Eşiğinde ağladım, yolunda süründüm
Bir veda namazı, kılmak istiyorum
Sana olan kara sevdam, tek umudum
Sevdamı omuzlayıp, gelmek istiyorum
Bir baksan göz ucuyla Yâ Rasûlallah
İki gözü iki çeşme, ağlamak istiyorum
Mücrim gibi bakıyorum, yarınlara
Bitsin bu ızdırab gülmek istiyorum
Özüme bir baktım utandım derinden
Tut elimden sana ,gelmek istiyorum.
Hayâlimde yaşattığım arzulara bak
Havz-ı Kevser’den içmek istiyorum
Yeter artık bu ayrılık Yâ Rasûlallah
Ben bu candan geçmek istiyorum
Bir avuç toprak ver bana Yâ Rasûlallah
Cennet bahçesinde kalmakistiyorum
Bir âşık-ı şeydâ burada yatıyor diye
Kıyamete kadar, anılmak istiyorum.
GELİYORUM GARİB GARİB
Bu sene nasip oldu, Yâ Rasulallah!
Boynum bükük, varıyorum garib garib
Utancımdan Billâhi, kaddim büküldü
Yüzüm yerlerde, duruyorum garib garib
Bin bir dönemecin, kavşak noktasında
Yol nerde diye, soruyorum garib garib
Tut elimden, yorgunum Yâ Rasulallah!
Damla-damla, eriyorum garib garib
Mazide kalan günler, güzel günlerdi
Ben eski “Ben” i, arıyorum garib garib
İşte kapındayım, kabul et, Yâ Rasulallah
Benliğimi yerlere, seriyorum garib garib
Baktıkça titriyorum, meçhul istikbâlime
Başka bir âkıbet, görüyorum garib garib
Milyonla canım olsa, feda olsun yoluna
Tomurcuk gülleri, deriyorum garib garib
Yarım asrı geçen, perişan ömrümde
Amel defterimi, dürüyorum garib garib
Nasıl bir yol ki, bitmedi tükenmedi ah!
Önüme duvarlar, örüyorum garib garib
Şimdi geldim huzuruna, utana-utana
Ravza da secdeye, varıyorum garib garib
Bir ömür inledim, ızdırab içinde
Şimdi yaramı, sarıyorum garib garib
İşte yollardayım, binler şükür olsun
Boynum bükük, geliyorum garib garib
Artık bırakma beni, Ey Şâh-ı Rusül
Tükendim, çürüyorum garib garib
GELDİM YA RASULELLAH
Bir Ömür süründüm yollarda ben
Şimdi huzura, geldim Ya Rasûlallah
Altmış sene, geçmesi gerekmiş meğer
Bütün gerçekleri ,bildim Ya Rasûlallah
Ben bilirim dedim, dolaştım durdum
Artık dersimi ,aldım Ya Rasûlallah
Kenara koyduklarım, düşmanmış bana
Malı-Mülkü taşa, çaldım Ya Rasûlallah
Tut elimden benim, ey gönlümün gülü
Gelemedim yollarda, kaldım Ya Rasûlallah
Bıktım artık, şu dünya zindanından
Belli ki sona ,geldim Ya Rasûlallah
Ötelerde, çok ötelerde kaldım ama
Uzakdan Salâvat, saldım Ya Rasûlallah
Sen’den ayrı günlerim uzadıkça Billahi
Saçımı-başımı ,yoldum Ya Rasûlallah
Kim, neyi ararsa arasın karışmam
Ben aradığımı, buldum Ya Rasûlallah
Ben yandım, tutuştum bu sevdadan
Başka sevgileri, sildim Ya Rasûlallah
Hani der dururdum ya her zaman
Bir vefa namazı, kıldım Ya Rasûlallah
Sıraya girdim mi, adım geçer mi bilmem
Ben de bir Âdem, oldum Ya Rasûlallah
Öylesine Muzdaribim ki; tükeniyorum
Çırpındı yüreğim ,doldum Ya Rasûlallah
Ne yaşadığımı bildim, ne süründüğümü
Yaşamaktan bıktım, öldüm Ya Rasûlallah
Sana geleceğimi anlayınca Billahi
Sevincimden, güldüm Ya Rasûlallah
TUT ELİMDEN YA RASÜLALLAH
Yetiş imdadıma ey gönlümün gülü
Tut elimden Billahi, düşüyorum.
Tam altmış üç yıllık bir bâdire
Sona doğru hızla, koşuyorum.
Dünya sürgününüm sonu ne zaman?
Kaç zaman var ki âvâre, yaşıyorum
Tâkatim tükendi, kaddim büküldü
Günah yükünü sırtımda, taşıyorum.
Nasıl hayattır ki bu, ibret almadım
Ben nasıl bir insanım , şaşıyorum.
Yıllar kaybolmuş, mevsim allak-bullak
Haziranda buz tutmuş ben, üşüyorum.
Elde âsa ayakta çarık, mecnunlar gibi
Dağlar, çöller, beller, yollar aşıyorum.
Merhametin deryasından bir katre için
Bana düşer mi diye umutla dolaşıyorum.
İçinde bulunduğum iğneli fıçıdan
Çırpınarak kurtulmaya çalışıyorum.
GÜL’ ÜN ÜSTÜNE
Çiçek bilmemiş hiç, dünyada o
Dostunu hatırlatan, gül’ün üstüne
Ne saraylar istemiş, ne konaklar!
Oturmuş halince, çul’un üstüne
Ne menzile varabilmiş ne yetebilmiş
Uzanmış dilenciler gibi yol’un üstüne
Ateş bitmiş yüreğinde, sönüvermiş
Oturup kalmış işte, kül’ün üstüne
Ne aramışlar onu, ne de sormuşlar
Kar yağmış, buz tutmuş, tel’in üstüne
Kırılmış umutları, bir bir tükenmiş
Tutacak dal kalmamış, dal’ın üstüne
Geriye bakmış, gözyaşı ve hüzün
Yıllarca yaşamış o, yıl’ın üstüne
Nasıl perişan bir hayattır ki, bu!
Damga vurmuşlar, pul’un üstüne
Paslanmış yüreği, sönmüş heyecanı
Tutulmuş, lâl olmuş ,dil’in üstüne
Hesabı zor olmuş, dizleri titremiş
Sorgusu suali hep, mal’ın üstüne
Gören duyan olmamış, feryadını hiç
Kaybolmuş gözlerden, yel’in üstüne
Renk cümbüşüne dönmüş, yüzü
Sararmış solmuş, al’ın üstüne
Bir gün uzaklaşmış, gözlerden
Alıp götürmüşler , kol’un üstüne
Bazen yürüyememiş yollarda, ama
Seccadesini sermiş, göl’ün üstüne
Elsiz-ayaksız yatmış işte gidiyor
Dostların omzundaki, sal’ın üstünde
ÇEKE ÇEKE GELDİM
Yıllar böyle geçti, giryan için Ah!
Bu dertleri böyle çeke çeke geldim
Ne şifası bulundu bunun nede ilacı
Dertleri derdime kata kata geldim
Eller çıktı yücelere, seyran eyledi
Ben günahlara bata bata geldim
Tam kayboldum, tükendim derken
Yeniden sahnelere çıka çıka geldim
Nefsimle savaştım yoruldum, bittim
Sonsuz savaştan bıka bıka geldim
Öfkemi yitirdim, heyecan kayboldu
Kinimi, gayzımı, yuta yuta geldim
Mecalim tükenip, tâkatim biterken
Yerdeki dalları tuta tuta geldim
Taştım, çoğu zaman kabıma sığmadım
Yüreğimdeki bentleri yıka yıka geldim
Yokluk ne kelime, varlığa sevinmedim
Gönlümün gülünde bite bite geldim
Nurs’tan, Hizan’dan, bütün âleme
Allah düşmanlarına çata çata geldim
Davet geldi bize İrcii Emri Celilinden
Yüreğimden nârâlar ata ata geldim
Dünyanın debdebesi çöktüğünde
Koydum alnımı secdeye yata yata geldim
Bir gün işaret geldi, Tâ Medine’den
Billahi sevincimden seke seke geldim
VEFA
Artık son dönemece girdik, dostum!
Bir merhaba desen de hoş, demesen de
Hây-ı huy içinde geçti bu dünya hayatı
Gayri kıymet bilsen de hoş, bilmesen de
Gizli gizli ağlamak oldu benim kaderim
Gözyaşımı silsen de hoş, silmesen de
Hafakanlara boğulurken, kahkahalar attın
Her şey bitti gülsen de hoş, gülmesen de
Ben feryâd-ı figân eylerken, sen sustun
Âvâze-i âleme salsan da hoş, salmasan da
Öyle perişan yaşadım ki şu dünyada
Yanımda kalsan da hoş, kalmasan da
Ben sefil, perişan, süründüm ya burada
Bir yudum su versen de hoş, vermesen de
Lâzım değil dostum, ne mansıb, ne mal
Dünyayı versen de hoş, vermesen de
Bitti artık her şey gidiyorum, Elveda!
Beni omzuna alsan da hoş, almasan da
Sessizce uzanırken , musalla taşında
Bir namaz kılsan da hoş, kılmasan da
Uzandım işte sâkit, sâmit, lâl-ü ebkem
Yanımda dursan da hoş, durmasan da
Başımda hece taşı, çaresiz yatan ben!
Bir Fatiha okusan da hoş, okumasan da
V E F A S I Z
Sürüne sürüne sana gelmek isterken
Sağıma soluma baktım, yollar vefâsız
Dün gece yine selâm dedim uzaktan
Senin dışında bütün, güller vefâsız
Damla damla buhar oldum bu âlemde
Dalıp arınmak istediğim, göller vefâsız
Tutuna tutuna ulaşmak istedim
Baktım ki uzandığım, dallar vefâsız
Mecnun gibi dolaştım dağlarda ben
Kokunu getirmeyen, yeller vefâsız
Pervâne olsun bütün bir âlem dedim
Baktım da bölük-pörçük, kullar vefâsız
Yalnız seni görmek-varmak istedim
Durmadan değişen, haller vefâsız
Ağzımda tat yok, yüreğim bomboş
Sepet sepet topladığım, ballar vefâsız
Alev alev yandım bu cihanda, ben
Rüzgâra kapılıp giden, küller vefâsız
Ağlasam sabaha kadar, yetmez bana
Dua dua karıncalanmış, eller vefâsız
Haber yok cihandan, lâl-ü ebkem olmuş
Benden sevda götüren, teller vefâsız
Eteğine yapışıp da yalvarmak istedim
Sana uzanıp tutamayan, kollar vefâsız
Ne zaman yanıp söndü bilemedim ki
Önümü göstermeyen, kandiller vefâsız
Yansın Tutuşsun bütün âlem sana
Senden uzak kalan ,gönüller vefâsız
YORDULAR BENİ
Varamadım, menzile, tökezledim
Bitirdiler. Tükettiler, yordular beni
Tutun elimden dedim, yalvardım
İncittiler, ağlattılar, kırdılar beni
Perişan yaşanmış koca bir ömür
Kırdılar umudumu, sardılar beni
Kırk senelik bir çırpınışın sonunda
Baktım olmadık yerde,vurdular beni,
Nerde hata ettiğimi bilebilseydim
Billahi şerha -şerha, yardılar beni
Attığım adımın hesabını yaparken
Bir meçhul zamana, kurdular beni
Bilen olmadı halimi, sessiz yaşadım
Garibler gibi meçhule sordular beni
Cevapsız soruda lâl-ü ebkem oldum
Veremedim hesabımı, gerdiler beni
Dağıldım, ezildim, parçalandım
İnce ince yerlere, serdiler beni
Âhım arşı tuttu, gözyaşım sel oldu
Dağıttılar, rüzgârlara, verdiler beni
Resûl-ü kibriyânın nazlı hatırına
Acıdılar, topladılar, derdiler beni
YANIYORUM
Nasıl bir feryad, nasıl figan bu
Yetişin dostlar, ben yanıyorum.
Bin bir günahın, bitmez hicabıyla
İki gözü iki çeşme, ağlıyorum
Makberde münker-nekir misali
Cevapsız sorular, soruyorum.
Amansız fikirler, girift sorularla
Tâ özüme karalar, bağlıyorum
Şerha-şerha yarılmış, bu çöllerde
Ben akarsular gibi, çağlıyorum
Oturmuş çaresiz insanlar gibi
Yüreğimi ateşle, dağlıyorum.
Şimdi bin bir yolun kavşağında
Dimdik ayakta, umutla duruyorum
Medet senden ey gönlümün gülü
Hafakanlar içinde, boğuluyorum
Merhamet Ya Rasûlallah tut elimden
Tepelerde, zirvelerde, savruluyorum
Bu nasıl bir hesap, nasıl kavga bu!
Ateşler içinde ben, kavruluyorum
Çelikten çivilerle secdeye çakılıp
Büyük umutla, sana varıyorum
ZOR GELDİ BANA
Ey gönlümün sultanı; sana geldim Ah!
Senden ayrı yaşamak, zor geldi bana
Sustum olmadı, ağladım hiç olmadı
Ağyâre derd dökmek, ar geldi bana.
Şu kos koca,varlık âleminde
Sığmadım Billahi, dar geldi bana.
Âlem gül-i gülistan, nevbahâr oldu
Sensiz kışa döndü, kar geldi bana.
Gördün işte, renk cümbüşüne döndüm
Alı al oldu, her şey mor geldi bana.
Âmâ pencereler gibi önümü göremedim
Billahi sensiz bütün âlem, sır geldi bana
Medine'nin dağı taşı, çölü toprağı
Sen varsın diye orada, yâr geldi bana
Âlem mecnuna döndü, sen yoksun diye
Yoksul yüreğimde her şey, vâr geldi bana
Sensizlik bitirdi, şu perişan gönlümü
Gayya ya döndü vâhâ, nâr geldi bana
Yoruldu yüreğim, kalmadı mecalim!
Ferman oldu yüceden, dur geldi bana.
Selam Demirkazık’tan "Faran " dağlarına
Koklayınca Medine gülünü, nur geldi bana.
HASRET
Utana sıkıla geliyorum, Yâ Rasûlallah
Kaybolmuş özümü buluyorum, Yâ Rasûlallah
Aktı gözyaşlarım coşkun seller misali
Şimdi yeniden gülüyorum, Yâ Rasûlallah
Düşündükçe Medine’nin gülünü, sokağını
Taze bir hayâle dalıyorum, Yâ Rasûlallah
Kara sevdaya tutulmuş âşıklar gibi
Avâzeyi âleme salıyorum, Yâ Rasûlallah
Çoktandır özüme sözüm geçmiyor artık
Elleri böğründe kalıyorum. Yâ Rasûlallah
Gecelerle gündüzler iyice karıştı Ah!
Olmayan uykumu bölüyorum Yâ Rasûlallah
Yüreğim uçacakmış gibi çırpındıkça
Sevinçten saçımı yoluyorum, Yâ Rasûlallah
İçim içime sığmıyor, mecnun misali
Ben her gün ölüyorum, Yâ Rasûlallah
Eyâ Nebi! Kovma dergâhından ne olur
Kabul et beni geliyorum, Yâ Rasûlallah
KERBELÂ
Kerbelâ’da yere düştü şehidimin başı,
Şâhımı kucaklayan, çöle kurban olayım
Haksızlık karşısında nasıl haykırmıştı
Zeynep’in konuştuğu, dile kurban olayım
İki evlat, yedi kardeş Billahi dile kolay
Hâşimilerden onsekiz, kola kurban olayım
Rasulüllahın ciğerparesi canlar yere düştü
Bahçedeki yetmiş iki, güle kurban olayım
Şerhâ-Şerhâ yarıldı dudaklar “su” diye
Yanında coşkun akan, “sele” kurban olayım
Ali Rızâ’dan ne istediniz behey nâdanlar
Onu cennete uçuran, yele kurban olayım
Ümmü gülsüm ağladı şehitlerin başında
Mazlumlara ağıt yakan dile kurban olayım
Canım sana fedâ olsun, Şah Hüseyin’im
Sahrada solmayan, güle kurban olayım
Yapayalnız kaldı, şu kanlı Kerbelâ da
Yardımına koşan, ele kurban olayım
Bizi bağışla ne olur, ey benim şâhım
Seni ceddine götüren, yola kurban olayım
İçmediğin sular göl olacak, Zehrâ’nın gülü!
Sana ulaşmayan o suya, göle kurban olayım
Düştün atından en son sahrâyı Kerbelâ da
Seni taşıyan tabuta, sal’a kurban olayım
BİTLİS
Âlimler beldesi, Veliler yurdu
Bir başka kokar , gülün Bitlis
Senin yüreğine , bir hal olmuş
İnşallah iyi olur ,hâlin Bitlis
Dört sene çırpındım hizmet için
Akar boz bulanık, selin Bitlis
Huzur duydum , sükûn buldum
Ilgıt-ılgıt eser senin, yelin Bitlis
Bahar geldi, her şey dirildi şimdi
Her yerden sarkıyor ,dalın Bitlis
Ne yer ne içersin bilmem ama
Bitmez senin paran ,pulun Bitlis
Değişmem sevgini mala, paraya
Bana gül göründü , çalın Bitlis
Sekiz ay kış, dört ay yaz bak hele
Van denir de senindir ,gölün Bitlis
Baharın başka, yazın başkadır
Âlemde meşhurdur, balın Bitlis
Yüreğinde aşk, gönlünde sevgi
Genişledi bu sene, yolun Bitlis
Hizan başka, Adilcevaz başkadır
Yem yeşil oldu senin ,çölün Bitlis
Emsali yoktur Ahlat’ın Tatvan’ın
Bilirim cömerttir senin ,elin Bitlis
Nurşin bir tarih, Mutki hazinedir
Allah’ a yâr olmuştur ,kulun Bitlis
ASRIN MÜTEFEKKİRİ
Malımızı, mülkümüzü döktük pazara
Canımız cânânımıza, kurban diye geldim
Süründük yolunda, bin parça olduk
Bir ben değil âlem, hayran diye geldim
Saçımız adedince canımız olsa da
Her gün yoluna, kurbân diye geldim
Gitsin başımız, feda olsun yolunda
Hakkımda ezelden, ferman diye geldim
Nefsini feda etmiş Allah yolunda
Dünya çapında, pehlivan diye geldim
Almış yüce kitabı, atılmış ileriye
Kelam-ı Kadime, Kur’an diye geldim
Niye korksun, niye ürpersin ki
Eldeki hakikate, Bürhan diye geldim
Bir yer görünür bir de gök orada
Ben buraya, Nurs-u Hizan diye geldim
Dökülmüş yaprakları, dalları kırılmış
Çorak yerlerdeki, Hazan diye geldim
Hayatından çok, mevtinde var olmuş
Âlem bu yiğide, Hayran diye geldim
Güller ilerde, bir bir açacak Billahi
İşte hendek işte, meydan diye geldim
Sahipsiz kalmadık başımız var bizim
Araya, sora hani, kahraman diye geldim
Çıkmış ortaya, yalın kılıç atılmış
Bu yiğide , Bediüzzaman diye geldim
ATIVER GİTSİN
“Nefis imiş yere vuran yiğidi”
Onu birkaç pula ,satıver gitsin
Dertler yığın-yığın, baş edilmez
Bir dertte sen ,katıver gitsin
Söyleme kötüyü içinde kalsın
Hepsi bir lokma , yutuver gitsin
Elleri böğründe kalırsan bir gün
Dünyanın ipini ,çekiver gitsin
Son nefesinde yutkunursan eğer
Gerçekleri söyle de, bitiver gitsin
Sönmüş heyecan küle dönmüş
Nurunla Halil’i, yakıver gitsin
Halil’im sürünüp var da yanına
Ayağına kement, takıver gitsin
Olmadın, olmadın, olmadın gitti
Nefsini nârına doğru,atıver gitsin
Yeter mi bu âmâlin bilmem ki sana
Son nefesinde imanla ,çıkıver gitsin
Ya Rasûlallah sana çok muhtacım
Bana şefkatinle, bakıver gitsin
ARZU HAL
“Mah cemalin güneş midir ay mıdır?
Baktıkça yüzüne, bakasım gelir"
Senden ayrı kalan yıllara baktım
Hepsini bir pula, satasım gelir
Çırpınan ruhumu taşıyamadım
Candan bedenden, bıkasım gelir
Eyâ Rasül, Aradaki engellerin
Billahi hepsini, yıkasım gelir
Utana sıkıla gelebilsem yanına
Gerideki köprüleri ,atasım gelir
Günahımdan hicab etmesem eğer
Gelip de ayakucuna, yatasım gelir
Bir tebessüm görsem nur yüzünden
Divaneler gibi sokağa, çıkasım gelir
Müjde alsam senden günün birinde
Bütün bir mâsivâdan, kaçasım gelir.
İşaret görsem gecenin bir saatinde
Şu dünyayı birbirine, katasım gelir
Görsem bir huzme, bir ışık, bir nur
Kalbimin üstüne, takasım gelir
Yine gelirsem bırakma Ya Rasûlallah
Artık hepyanında, kalasım gelir
OYUN BİTTİ
Dolaştım gurbetin, zümrüt yamacında
Ne çırpınıyorsun, “oyun”, bitti dediler
Nerede Allah aşkına, güzel insanlar
Onlar iyi atlara binip, gitti dediler
Ne desem boş, ne yapsam nafile
Çektiklerimiz canımıza, yetti dediler
Sürünüyoruz dizde mecal kalmadı
Felek aşımıza zehir ,kattı dediler
Düşman kavi, Tâli’ zebun olmuş
Çaresizlik, belimizi, büktü dediler
Yıllar var ki; bu derdin zebunuyuz
Bu acı üstümüze, çöktü dediler
Duyamadık ircii Emr-i Celilini
Baykuş zamansız, öttü dediler
Duyanlar duydu, görenler gördü
Gözde yaş yerine kan, aktı dediler
Hallaç misali ,can pazarında
İki kelimeye canını, sattı dediler
Halil’i mi soruyorsun öyle gitti ki
Giderken tozu dumana ,kattı dediler
Bir hoş sedâ bıraktı mı bilinmez
Başucuna hece taşını ,dikti dediler
İnanmış dört Müslüman’ın omzunda
Sultanlar gibi tahtında, gitti dediler
Sahnede iyi oynadı mı bilinmez
Giderken de perdeyi yıktı dediler
Öyle bir hayat yaşadı ki, sonunda
Yaşamaktan usandı, bıktı dediler
Onun elinden tuttu efendisi, acıdı
Yücelerin yücesine çıktı dediler
Halil’in macerasına bakın, görün
Vedalaştı bizimle çekip,gitti dediler
Dönülmez yolculuğa çıkarken
Kalanların figanı arşı, tuttu dediler
Fatiha okumak için aradılar onu
Şimdi istirahatgâhına yattı dediler
ÖLÜM
Az yaşa, çok yaşa, bir gün gelecek
Usulca yaklaştı ölüm, geldi dediler
Ona öyle oyun oynadı ki hayat
Sonunda özündekini, çaldı dediler
Ağladı, sızladı, bin feryad ile
En son gözyaşını, sildi dediler
Arayan aradığını, bulurmuş mutlak
Kavuştu Mevlasına, buldu dediler
Çırpınıp durdu, bütün ömrünce
Baktı derin uykuya, daldı dediler
Yalvardı yakardı , fayda vermedi
Gördüm saçını başını, yoldu dediler
Eller uçarken şimşek hızıyla
Yürüyemedi yaya, kaldı dediler
Öyle bir ferya sundu ki, herkese
Âvâze-i Âleme, saldı dediler
Aradı işte kavuştu muradına
Sonunda olanlar, oldu dediler
Ölçtü, biçti, tarttı, anladı da
Dünya ne imiş, bildi dediler
Yapraklar gibi titredi, korkudan
Benzi sarardı ve, soldu dediler
Şehitler gibi kanıyla abdest alıp
Ayakta vefa namazı, kıldı dediler
El salladı, bütün âleme giderken
Son bir tebessümle, güldü dediler
KORKARIM
Gecem-Gündüzüm belli değil Ah!
Allaha yar olmayan ,kuldan korkarım
Nasıl varayım sana Ya Rasûlallah!
Sana ulaşmayan, yoldan korkarım
Bir ömür Hakkı söyledi bu yürek
En son dönmeyen, dilden korkarım
Ey Gönlümün gülü, kölen olayım
Şu değişip duran ,halden korkarım
Boynumda zincirle yerde sürüneyim
Eteğine yapışmayan, elden korkarım
Ben koca ummanları hayâl ederken
İçinde boğulduğum ,gölden korkarım
Kaça aldım, kaça sattım bilemedim ki
Hesap veremediğim, maldan korkarım
Bilirim senden başka istinadım yok
Tutunca elime gelen ,daldan korkarım
Yalınayak düştüm şu nurlu yollara
İçinde kaybolduğum ,çölden korkarım
Lâlezâr ve gül-i zâr içindeyim amma
Senin gibi kokmayan, gülden korkarım
Süphan dağlarından uzansam oraya!
Bana geçit vermeyen,belden korkarım
Sana doğru aşkla akan ırmaklar var
Beni getirmeyen, selden korkarım
Ruhum öylesine çırılçıplak kaldı ki
İlk defa bugün ,ölümden korkarım
SOR BENİ
Bir gün gözlerden kaybolursam eğer
Dağlara, taşlara, yollara sor beni
Anladım ki gölge avına çıkmışım ben
Uzanıp tutamadığım, dallara sor beni
Nice bin cefa çektim şu dünyada
İzim sıra yürüyen, kullara sor beni
Kerbela'da yaşadım inledim durdum
Yanımda coşkun akan, sellere sor beni
Koştum ulaşamadım, uzandım tutamadım
Özünü çoktan yitirmiş ballara sor beni
Şerha şerha yarıldı yüreğim işte gör
Yarım asırdır inleyen, dillere sor beni
Hedefini bulamamış gümüş ok gibi
Durmadan savrulan, küllere sor beni
Musallada nasıl bilirdiniz dendiğinde
Şahadet için yükselen, dillere sor beni
Gidiyorum sessiz, sedâsız, mahzun
Taht misal giden ,sal’lara sor beni
ANLADIM
Dermansız dertlere dûçâr olduğumu
Dünyada yapayalnız kalınca anladım
Güllerin Efendisine olan aşkımı
Yüreğimi sevdaya, salınca anladım
Nasıl Âdem olduğumu, bilmedim ama
Ötelerden bir davet, alınca anladım
Ağlaya, inleye nasıl geçti bu hayat
Bunu; ecel kapıyı ,çalınca anladım
Ölüm nasıl bir şeydir, bilmek zor
Rengim sararıp-solunca anladım
Şeb-i Yelda nedir? sen onu bana sor
Hafakanlar uykumu, bölünce anladım
Gülmek ne kelime, tebessümü bilmem
Başkaları kahkahayla, gülünce anladım
Ne kadar yanıldığımı, aldandığımı
Gerçekleri bir bir, bilince anladım
Keder, hüzün, ızdırab bütün bunlar
Kalbimi kurşun gibi, delince anladım
Gerçekten kaçtım, ışığı görmedim
Bunu sonsuz hayâle, dalınca anladım
Çırpına çırpına geçti koca bir hayat
Bunu son basamağa, gelince anladım
İnsan beşer, işler günah dörder beşer
Gözyaşıyla günahları, silince anladım
Sonsuz hayalde,ve uykudaymışım
Ben bütün bunları ,ölünce anladım
ÇÖZÜLMEDİ
Yumak yumak içimde ki derdim
Kördüğüm oldu, çözülmedi gitti
Elim-kolum bağlandı, gelemiyorum
Böyle kurulmuş , bozulmadı gitti
Şu nefsimle ne kadar, savaştım
Dik tuttu başını, ezilmedi gitti
Yüküm ağırlaştı, çekemez oldum
Hesabımın üzeri, çizilmedi gitti
Yandım, tutuştum eridim ama
Özüm imbikden ,süzülmedi gitti
Bölük-pörçük oldu hayatım
Hepsi hizaya, dizilmedi gitti
İçinde boğuldum, türlü tuzakların
Önceden bir bir, sezilmedi gitti
Hem okudum, hem yazdım işte
Kaderimde sükûn, yazılmadı gitti
Neler vermezdim, huzur ve sükuna
Şu garip hayatım düzelmedi gitti
Yedi iklim dört köşe, dolaştım ama
Şu içimdeki dünya, gezilmedi gitti
Gelen-geçen, bir fatiha okusun diye
Yamaçlara bir mezar, kazılmadı gitti
DİLİNDE KALDIM
Sustum, çığlıklarım sessiz oldu
Yine de Âlemin dilinde kaldım
Ulaşamadım menzile, yerde süründüm
Güle giden Telgrafın, telinde kaldım
Çıkamadım sahile, yerde süründüm
Yönümü şaşırdım, gölünde kaldım
Yol göründü galiba, menzil yakındır
Şu divane gönlümün ,elinde kaldım
Bülbül yetişemedi, kuzgun parçaladı
Tomurcuk güllerin, gülünde kaldım
Ne işe yaradım dünyada bilemedim
Ermedi meyvelerim, dalında kaldım
Billahi çok istedim, çırpındım ama
Varamadım ayağına, yolunda kaldım
Haddimi bilmedim, yücelerde dolaştım
Aşılmaz yamaçların, belinde kaldım
Bu ne hayaldir, ne rüyadır bilinmez
Yürü diyenin elinde, kolunda kaldım
Aktım, coştum, menzile varmak için
Buhar oldum semada, çölünde kaldım
Öze gidemedim, Kıyl-u Kâlde yaşadım
Bal yapamayan arının, balında kaldım
Ne önde, nede arkada göründüm
Kalabalığın sağında-solunda kaldım
Gülzâre giden su gibi sessiz akarken
Coşkun akan ırmakların, selinde kaldım
Az yaşa, çok yaşa, menzil yakındır
Göç zamanı geldi, ölümde kaldım
ONA YANARIM
Bülbül gibi şakıyıp dururken
Lâl oldu dilimiz, ona yanarım
Varabilmek için son menzile
Bağlandı yolumuz, ona yanarım
Bilirim başka sığınacak yok!
Kırıldı dalımız, ona yanarım
Kâr mı ettik zarar mı bilmedim
Geçmedi pulumuz , ona yanarım
Biz ummanları hayal ederken
Kurudu gölümüz, ona yanarım
Bir ömür bahçede gül aradım
Kokmadı gülümüz, ona yanarım
Huzuruna pâk varmak istedim
Büküldü belimiz, ona yanarım
Tutunmak istedim eteğine ama
Yetişmedi kolumuz, ona yanarım
Kimler nasıl bilir bizi, bilinmez
Perişan oldu halimiz, ona yanarım
Onlar çağlayanlar gibi coşarken
Kesildi bizim, selimiz, ona yanarım
Durmadan hesab edib dururken
Düşman oldu malımız, ona yanarım
Ne almayı bildik, ne de vermeyi
Bağlandı kaldı elimiz, ona yanarım
Yetişin, ey dostlar gelin buraya!
Ortada kaldı ölümüz, ona yanarım
OLMADIM GİTTİ
"Günahım yâd edip bağrıma taşı
Çalmadım çalmadım çalmadım gitti"
Ezelden ebede giden, nasihati
Almadım almadım almadım gitti
Başımı taşlara vurdum da, gerçeği
Bulmadım bulmadım bulmadım gitti
Yüz kere, yüz sürdüm eşiğine de
Kalmadım kalmadım kalmadım gitti
Şu azgın nefsimi tutup ta, hizaya
Gelmedim gelmedim gelmedim gitti
O kadar eşikte durdum, ama kapıyı
Çalmadım çalmadım çalmadım gitti
Ben tâ ezelden, çile harmanıyım
Gülmedim gülmedim gülmedim gitti
Âleme telkin ettiğim ezeli sevdayı
Bilmedim bilmedim bilmedim gitti
Çok istedim de, bir vefa namazı
Kılmadım kılmadım kılmadım gitti
Dostumdan utanıp da o günahları
Silmedim silmedim silmedim gitti
Sevdalandığım güzelim rengi bulup
Solmadım solmadım solmadım gitti
Pir-ı pâk yunmak, için Havz-ı kevserde
Dalmadım dalmadım dalmadım gitti
Ya Rasûlallah diye çırpınan feryadı
Salmadım salmadım salmadım gitti
Adam olup "herkese karşı bir âdem"
Olmadım olmadım olmadım gitti
Şahadeti getirip gümbür gümbür
Ölmedim ölmedim ölmedim gitti
SON YOLCULUK
Taht misali kurulmuş gidiyor, lâl-ü ebkem
Üç beş dostun omzunda gördün mü?
Tâbutuna çivi çakılmış, nedendir acep?
Eğilip halin nicedir diye, sordun mu?
Bu nasıl bir iştir, ölüm nasıl bir son?
Nasıl ölünür, sende hayaller kurdun mu?
Götürenler gaflet içinde, giden çaresiz
Tabutuna bakıp, yüreğine vurdun mu?
Hey efendi! Ölüm nedir, kabir nasıl bir şey
Daracık yere nasıl girilir, kafa yordun mu?
Sorgular nasıl olur, cevaplar nicedir Ah!
Bu hesabı sen önce, kendine sordun mu?
Mecburi istikametli bir başka yol bu,
Gidenler hiç gelmiyor, farkına vardın mı?
Âsân eyle süâli-hesâbı ne olur Yâ Râbbi
Boynu bükük bir garip geliyor gördün mü?
Ne getirdin deme bana ne olur Yâ Râb!
Ellerim, bomboş geliyorum gördün mü?
Kaddim büküldü suçlarımın ağırlığından
Kulum! Sırtındaki nedir diye sordun mu?
Akrebin zehirli kıskacında kıvranıyorum
Allahım! Bu garibi lütfunla sardın mı?
UZUN YOLCULUK
Uzun bir sefere çıkacağım dostlar
Yürüyeceğim, tâ nefesim, bitene kadar
Ağlayacağım son defa hıçkıra hıçkıra
Gözyaşlarım kuruyana, bitene kadar
Kaybolacağım artık, gözden, gönülden
Uzaklaşacağım, dosta gidene kadar
Yolun sonu uçsuz bucaksız, bir mâverâ
Yaşayacağım ölüm acısını, tadana kadar
Yürüyeceğim ağır-ağır nefes bitecek
Tâ asıl yurduma, asıl vatana kadar
Bitmeden şu dünya ile benim cidalim
Kavgam var tâ, tabuta yatana kadar
Allahım mühlet ver bana ne olur?
Dünyayı üç-beş pula, satana kadar
Arzu hâlimdir yaşamak isterim Ah’
İçimdeki dünyayı, söküp-atana kadar
Biraz daha, biraz daha ne olur!
Nefis putunu indirip, yıkana kadar
Ayakta tut beni ne olur Allahım!
Sırtımdaki ağır yükü, atana kadar
Yol ver Allahım ne olur yol ver!
Yolun sonu cennete, çıkana kadar
ÖZLEDİM
Özledim Köyümün Dağını, ovasını
Bir gün ansızın,gelesim geldi
Avcı yokuşu, Hüseyinli, Kalın ağıl
Uzundere, Avlağı ları, göresim geldi
Dururmu yerinde Gölcük, Babadağı
Duaya çıkılır mı diye, bilesim geldi
Çal dağı aşık olmuş sarıkıza
Duydum ıslıklarını, gülesim geldi
Samaylıdan çıkılır, Yayla arasına
Ötesine Kavaklımı denirdi, sorasım geldi
Kaç kez Gaflamdan su içtim Ah!
Şimdi biraz burada, durasım geldi
Karabel’in, Çarkkaya’nın suları
Bir yudumda bir testiyi, içesim geldi
Mezarlıktan geçerken duayı unutup
Korkudan Türküyle, geçesim geldi
Bağ beklerken okuduğum ezanları
Hatırladım da yine, okuyasım geldi
Yüreğim sızladı özledim ta derinden
Yaya olmasa da, tabutta gelesim geldi
Eski Cami bin hatıra, dolu ama
Gidip yeni Camide, gürleyesim geldi.
Birçok mekânları unutmuşum, yazık
Durdurupda birisini , sorasım geldi
İğdeli pınardan bir su için, şimdi
Kuyudan su içilirmi diye, sorasım geldi
Göktepe’de, Gürlek’te yayla varmı?
Çobanlara bir selam ,veresim geldi
Köyümün güzel insanları, nasılsınız?
Uzaklardan merhaba, diyesim geldi
Aşılık denirdi, unutmamışım hele
Ebeme bir Fatiha, okuyasım geldi
Hasan dağından hasret yükseldi şimdi
Köyümün , toprağını, koklayasım geldi
Dedeme, Ebeme, Babama, Anama
Mekânınız Cennet olsun ,diyesim geldi
Bir bir yâdıma geldi bütün mekânlar
Gidip de biraz köyümde, kalasım geldi
SILA HASRETİ
Ey benim sılam! Canım yurdum!
Geliyordum sana yollar, kapandı
Şu ülkemin zümrüt yamaçlarında
Dolaştım dağları, beller kapandı
Yandı yüreğim, kurudu dudaklarım
Hasret başa düştü, diller kapandı
Kimseyi görmedim, yıllar var ki ah!
Ellerim boşa düştü, kollar kapandı
Bir göründün, bir yok oldun neyleyim
Yaş Altmış üç oldu, yıllar kapandı
Bir ah çektim ki ciğerim kavruldu
Damla düşmedi gökten, seller kapandı
Tutunayım, sılanın yeşil yaprağına
Tuttuğum elimde kaldı, dallar kapandı
Acı baharın kokusu, burnumda tüttü
Koklamak istedim ama güller kapandı
Nefes alamıyorum artık, boğuluyorum
Esmedi Bâd-ı Sabâ, yeller kapandı
Zümrüt yamaçlar, yeşil vadiler Ah!
Ona bile razı idim, çöller kapandı
Demirkazık dağlarından, uzattım elimi
Açtım kollarımı ama, eller kapandı
Haber yok sıladan, selam kesildi
Merhaba diyen yok, diller kapandı
Sultanlar gibi çıka geliriz, tabut üstünde
Demeyin bana ne olur! Sal’lar kapandı
ÇOK ÖZLEDİM
Köyümün Dağlarını, ovalarını
Tozlu Topraklı, yollarını özledim
Kırlarını, Bağlarını, Bahçelerini
Mis gibi kokan, güllerini özledim
Gezerken Çalardı’nda, Harımiçi’nde
Ergenlerin uzanan, dallarını özledim
O saf, temiz yürekli insanların
Fakir – Zengin, hallerini özledim
Yıllar var ki, hasret kaldım, Bayramlara
Öpmek için büyüklerimin, ellerini özledim
Yağmurlar yağarmı hâlâ çılgınca
Koca çaydan akan, sellerini özledim
Duydun mu Halil Hoca ders verecekmiş
Deyip birbirine soran, dillerini özledim
Arefe günü lebâleb Camileri doldurup
Sonra mezarlığa koşan, kullarını özledim
Dağlarında ovalarında, çok olmayan
Hüzünle geçirdiğim, yıllarını özledim
Nede zor geçerdi o güzelim kışlar
Garibin bağrına esen, yellerini özledim
Uzun dere, Avlağı, Kalınağıl Avcıyokuşu
Ovalarını, dağlarını, bellerini özledim
Bakalım bir avuç toprak nasip olur mu?
Köyümün toprağını, küllerini özledim.
GÖRDÜM DE GELDİM
Dağlar, Çöller, Beller dolaştım
Köyümde vîraneler gördüm de geldim
Terkedilmiş yurtlar, yıkılmış evler
Hani sahipleri diye, sordum da geldim
Köyümün mezarlığındaki güzel insanlar
Ruhunuza bir fatiha, verdim de geldim
Özledim Yüreğimdeki eski köyümü
Hasretle ocağına, vardım da geldim
Yetim-i akran olmuşum canlar Ah!
Dostlarımın hayalini, kurdum da geldim
Gürlek bir yana, fakı yakına gelmiş,
Kurumuş derelere su, verdim de geldim
Dunnacı’dan öteye bir nefhada geçtim
Ballıktaş nerede diye, sordum da geldim
Gürlekteki suyu, Hüseyinli’de gördüm
Bir yudum içtim, vuslata erdim de geldim
Yattım olmadı, kalktım hiç olmadı
Kuyluk’ta birazcık, durdum da geldim
Herkes gitmiş, bir ben kalmışım geride
Yaralarımı hüzünle, sardım da geldim
Gidenler gitmiş, kalanlar tanımıyor
Halil Hoca’yı onlara, sordum da geldim
Kimse bilmedi, unutulmak ne acı Ah!
Bunun hesabını içimde, verdim de geldim.
Bir Ramazan aranızda kalayım ne olur!
Bunu sözü yüreğimde, verdim de geldim
Attım kendimi kucağına güzel köyümün
Muhabbetten duvarlar, ördüm de geldim
SÖZ KALMADI
Uzadıkça uzadı “zindan”’daki yıllarım
Bundan böyle söylenecek, söz kalmadı
Çelikten bir çiviyle çakılmak isterdim
Başımı yerlere vuracak, yüz kalmadı
Dolaştım bu yamaçlarda tam yarım asır
Ömür bitti, yol bitti, varacak, düz kalmadı
Geleyim mi anacığım, alır mısın beni
Bitti tâkatım, dayanacak, diz kalmadı
Mevsimler birbiri ardına çekip gitti
Şimdi artık hazân oldu, yaz kalmadı
Elden ayaktan kesildi, nazik bedenim
Artık yarınları görecek, göz kalmadı
Bir nefhada geçerdim âfâk-u zemini
Şimdi adım atacak, hız kalmadı
Ne ağızda tat, ne yürekte heyecan
Şirâzesi koptu dünyanın, haz kalmadı
Ne tanıyan, ne dinleyen, kimse yok artık
Bitti serzenişler, sitemler, naz kalmadı
Artık incindi gönlüm, kırıldı kalbim
Telleri koptu yüreğimin, saz kalmadı
Billahi şu dünyada yapayalnız kaldım
Sağa baktım, sola baktım, kılavuz kalmadı
Yandı tutuştu yüreğim, âhım arşı tuttu
Şu yanan yüreğime koyacak, buz kalmadı
Ey gönlümün gülü tut elimden ne olur!
Izdırabım malum, söylenecek, söz kalmadı
GELEMEM GAYRI
Yollar çok uzadı, Hasret başa düştü
Dizlerim tutmuyor, gelemem gayri
Gözümden akan yaşlar revan oldu
Ellerim titriyor, silemem gayri
Dertler benim Yâr-ı Vefakârım oldu
Tebessümü unuttum, gülemem gayri
Zifiri karanlık, önümü göremiyorum
Encamım ne olur, bilemem gayri
Bildiğim bir şey var, Yolum Hak mı Hak!
Girdiğim hak yoldan, dönemem gayri
Elinde mum taşıyan âmâlar gibi
Kendimi yakmışım, sönemem gayri
Bir yere doğru akıyorum, gürül gürül
Çağlayanlar gibi oldum, dinemem gayri
Son noktaya geldi mi biter her şey
Avâze-i âleme salamam gayri
Sessiz, Sakin, lâl-ü ebkem olurum
Uzatsam da elimi alamam gayri
Görev bitti mi, nöbet tamam mı?
İş bitince bu dünyada kalamam gayri
Ben katre katre buhar olmuşum
Okyanustan göllere dalamam gayri
İşte damla damla bitti, bu hayat
Kabtan kaba boşalıp dolamam gayri
Aradım gönlümün gülünü buldum
Rengime kavuştum solamam gayri
Biliyor musun dostuma ulaştım artık
Oturup saçımı yolamam gayri
Kim çaldı kim oynadı bilemedim
Ben haktan başka hava çalamam gayri
Yapıştım Efendimin eteğine bırakamam
Ayaklarına kapandım salamam gayri
Gönül! Dostunu buldun daha ne ararsın
Efendimden başka Yâr bulamam gayri
Ne mal, ne mülk, ne evlat, ne bir şey
Ya Rab! Senden başkasını dilemem gayri
gezdim de geldim
Yerdemiyim, göktemiyim bilemedim Ah!
Dolaştım yedi iklimi, gezdim de geldim.
Basımdaki kara, kapkara sevdayı
Oturdum bir-bir, yazdım da geldim.
Uzandığım dallar hep elimde kaldı
Yalan dünya senden, bezdim de geldim.
Ne ben sana varabildim, ne sen bana
Şu efsimin üstünü, çizdim de geldim
Ne zulümler etti bana, ne ezalar
Nefsimle arayı, bozdum da geldim.
Demirkazık'tan "Faran" dağlarına selam
Başıma gelecekleri, sezdim de geldim.
Bir ömür geride kaldı, bin feryad ile
Estim, yağdım, tozdum da geldim
Boşamı gitti, koca bir ömür eyvah!
Derdime ağıtlar, dizdim de geldim.
Kılı kırk yardım, son feryad ile Ah!
İmbikden sevdamı, süzdüm de geldim.
Bu gece gönlümün gülü el uzattı bana
İçtim " Âb-ı Kevser "i sızdım da geldim.
Hayırla ansınlar, Fatiha okusunlar diye
Yol kenarına bir mezar, kazdım da geldim.
GİDELİM
Bittin, artık benim divane gönlüm
Şu gözlerindeki yaşı, sil de gidelim
Kenarda köşede bir ömür tükettin
Ebedi, derin gerçeği, bil de gidelim
Dağıttın, savurdun şu güzel ömrünü
Ara onları bir bir, bul da gidelim
Selam kalmamış hiç, merhaba yok
Tacını, tahtını yanına, al da gidelim
Kırıldın, döküldün. zülfün dağıldı
Rasûllullaha varan, yolda gidelim
Sessiz yaşadın dünyada kim bildi ki
Haydi !Avâzei âleme ,sal da gidelim
Ağladın,damla damla boşaldın Ah!
Son defa aç yüreğini, dol da gidelim
Nerdesin ey benim divane gönlüm
Çok özledim yanıma, gel de gidelim
Der dururdun, bıkmadan, usanmadan
Huzurda veda namazı, kıl da gidelim
Bir ömür süründün yerlerde, ağladın
Sessiz gemide, omuzda, kolda gidelim
Kimse bakmadı sana , şeydâ gönlüm
Hatıra kalsın, gönülde dilde gidelim
Bilen olmadı halini,içten ağladın
Sil gözyaşlarını artık, gül de gidelim
GÖNÜLDAŞ BULAMADIM
Gece demedim gündüz demedim
Soframda yiyecek, aş bulamadım
İmar ettim yedi iklim dört köşeyi
Mezara koyacak, taş bulamadım
Kurudu gözlerim, dalım kırıldı
Gözümden akacak, yaş bulamadım
Sen yürü biz arkandayız dediler
Sonsuza kadar,arkadaş bulamadım
Her şey olgunlaştı, yerine oturdu
Secdeye koyacak, baş bulamadım
Kıvrandım geceleri, çılgınlar gibi
Hayra yoracak,düş bulamadım
Dövündüm bin pişman oldum ama
Bağrıma vuracak,taş bulamadım
Kime inandım, kime güvendim
Yola gidecek,yoldaş bulamadım
Yediğimiz ayrı yolumuz bir olsun
El ele gidecek,gönüldaş bulamadım
Yazı-Baharı çoktan kaybettim
İçinde yanacak,kış bulamadım
Potada eridim, tezgâhta dokundum
Tezgahın yüreğinde nakış bulamadım
Yüreğim pır-pır oldu, çırpındı ama
Rahmet olup akan,yağış bulamadım
Yaka paça oldum kendi özümle
Sulh-u salah oldu,barış bulamadım
Ya leyl! dedim çöllerde feryâd ettim
Şöyle dertleşecek, haldaş bulamadım
Ağladım olmadı, sustum olmadı
Doldurdum her şeyi,boş bulamadım
Bîtap oldum, bende derman kalmadı
Nefsimle yapacak,savaş bulamadım
Halil’in hali pek yaman oldu doğrusu
Elimden tutacak,gardaş bulamadım
GEL DEDİLER
Kapılarına vardım dilenci misali
Bu hakikati, bil de gel dediler
Ağlamakla olmaz, amel gerekir
Gözyaşlarını, sil de gel dediler
Kaf dağının ardında sırlar varmış
Onları arabul, al da gel dediler
Kucağımdakileri döktüm ortaya
Olmayanları, bul da gel dediler
Ferhat misali dağları, taşları
Sevda ile,del de gel dediler
Kılık kıyafet yok üryan gideceksin
Kefenleri bırak, çul da gel dediler
Bu ne heva,bu ne heves efendi!
Oku Rabbini ,bil de gel dediler
Yüreğin kurumuş, dalları kırılmış
Sevdâ çiçeğini bul da gel dediler
Denizlerde kaybolup gitmişsin
Ummanlara, dal da gel dediler
Sona yaklaşıyorsun, gemi rıhtımda
Aç yüzünü Âleme,gül de gel dediler
Bülbüller , güller selama durmuş
Bir demet gül, der de gel dediler
Git Rasülullaha, eşiğine yüz sür
Bir vefa namazı, kıl da gel dediler
Sitare-i Kâbeye yapış, yalvar
Sen orada dur, kal da gel dediler
İsrâfil misali, suru üfle son defa
Şimdi kendini,al da gel dediler
GÖZYAŞI
Nasıl da yandım kavruldum bu gece
Seccâdem sırılsıklam, gözler ağladı
Mevsimler kayboldu, sarardı gitti,
Ömrümün baharı bitti, güzler ağladı
Neyleyim ki perişan geçen bir ömür
Baharlar geçip gitti yazlar ağladı
Yükselen feryâda bak, nasıl inliyor
Teller ayrı çırpındı, sazlar ağladı
Hafakanlar sararken, bütün âfâkımı
Söndürmedi ateşimi, buzlar ağladı
Geçmişe bakıp da utandım Ah!
Gözlerde yaş kalmadı, özler ağladı
“Çok”lar çoktan tükendi bitti de!
Geride perişan kalan “az”lar ağladı
Geceler bitip-tükenmeyen geceler
Geceler karanlık, gündüzler ağladı
Ömrüm sona ererken her şey bitecek
Şimdi kelam yetmedi, sözler ağladı
Nasıl da geçti koca bir ömür Ah!
Yollar kaybolup gitti, tozlar ağladı
İstikbâlime bakıp da titrerken
Sitemler bir yana nazlar ağladı
Yürüdüğümü sanmıştım, sürünmüşüm
Dertlerim bile çırpındı, haz’lar ağladı
Feryad figan, menzile varırken
Yamaçlardan düştüm, düzler ağladı
Ömrün zümrüt tepelerinde koşarken
Şimdi beller tutuldu, dizler ağladı
Bütün bir kâinât lâl olup kaldı
Ay-güneş birlikte, yıldızlar ağladı
Bir umut, bir ışık ver ne olur Yâ Râb!
Şu önümdeki rehber, kılavuzlar ağladı
SIRLAR GELDİ GEÇTİ
Baktım şu garip perişân dünyâyâ
Nice söylenmedik,sırlar geldi geçti,
Salınıp gezindiler koca sahnede
Nice yiğitler,erler geldi geçti
Gördük şu hâyâtın hep kışını-yazını
Umulmadık hayırlar,şerler geldi geçti
İnsanlar gördük umutsuz, üryan
Nice içi boş,elbiseler geldi geçti
Neleri ve neleri ayan-beyan gördük
Nice tufanlar,seller geldi geçti
Çekilmez oldu şu perişân hayat
Kısacık ömrümde,neler geldi geçti
Soldu bir-bir umut çiçeklerim
Kokmayan nice,güller geldi geçti
İhtirama durmuş şimdi bütün bir âlem
Yolunu bulamamış,kullar geldi geçti
Nâçâr kaldılar şu, perişân yollarda
Tutamadıkları nice,dallar geldi geçti
Tersine döndü şu koskoca Âlem
Çiçeğini bulamamış,ballar geldi geçti
Kurudu bütün bir iklim-i cihan
Şerhâ-şerhâ olmuş,çöller geldi geçti
Resmi geçit yaptı bütün bir kâinât
Ağır aksak nice,Halil’ler geldi geçti
geldi geçti
Neyleyim yazı neyleyim baharı
Başımdan bir,kış geldi geçti
Uyudum uyandım, döndüm olmadı
Gecelerimden bir,düş geldi geçti
Ne uzun gün, ne uzun geceymiş
Gözlerimden bir,yaş geldi geçti
Ben içimden yandım, tutuştum
Başkaları oh dedi,hoş geldi geçti
Ne ağır dünya, ne ağır imtihanmış
Birçok arzularım,boş geldi geçti
Bülbüller ah dedi, güller naz eyledi
Gönül dalımdan,baykuş geldi geçti
Gün oldu yerlerde sürünürken
Bir gün baktım ki,baş oldu geçti
O rütbe ağladım, o kadar yandım
Gözlerimdeki yaşlar,taş oldu geçti
Çırpındı yüreğim, yükseldi ahım
Uçup giden ruhum,kuş oldu geçti
Ne yandığım belli, ne ağladığım
Bağrıma vura vura,taş oldu geçti
Kader herkese güldü, oynadı, oynattı
Bana düşman, ele,arkadaş oldu geçti
Ne evlat demişim ne de devlet
Şu kısacık ömrüm,boş oldu geçti
İlmik ilmik tükendi perişan ömrüm
Şu tezgâhımdan ,nakış geldi geçti
Eğilip bakmadılar, görmediler beni
Rüyâlarımdan bir,bakış geldi geçti
Eller elmasla oynadı, Altın buldu
Şu servetimden gümüş geldi geçti
Şöyle baktım da geriye, kavga, Nizâ
Garip hayatımdan, barış geldi geçti
Diyecekler ki, Essalatü Vesselam
Bu dünyadan bir Halil geldi geçti
SORDUM DA GELDİM
Dağlar, Çöller, Beller dolaştım Ah!
Gönlümde virane, gördüm de geldim
Nereden girilir, çıkılır bilemedim
Yolu bir bilene, sordum da geldim
Yattım olmadı, kalktım hiç olmadı
Huzurunda divana, durdum da geldim
Özledim gönlümün gülünü Ah!
Yandıkça ocağına, vardım da geldim
Konuştum, çırpındım, haddimi bilmedim
Belki nice gönülleri, kırdım da geldim
Tam yarım asır, yandım tutuştum
Bir Gülün hayalini, kurdum da geldim
Diken oldu gözüme yorgan, yatak
Rüyalarımı hayra, yordum da geldim
Nasıl bir hazdır ki bu Ya Rabbi!
Belki vuslata, erdim de geldim
Ne makam göründü gözüme, ne mansıp
Canımı cânânıma, verdim de geldim
Ne ilaç kâr eyledi ne de merhem
Yaralarımı Sevdâ ile, sardım da geldim
Varabilmek için gönlümün gülüne
Başımı taştan taşa, vurdum da geldim
Ne hal oldu bana dostlar bilemiyorum
Harim-i Kabe'ye girdim de geldim
Attım kendimi kucağına Habib-i Edib'in
Muhabbetten duvarlar ördüm de geldim
Sunabilmek için "Güllerin Efendisine"
Yüreğimdeki gülleri, derdim de geldim
DEDİLER
Belli ki başladığı gibi bitecek bu hayat
Aldırma böyle gelmiş böyle, gider dediler
Baktım da çizgide hiç inhiraf olmamış
Erenlere sordum bir bir, kader dediler
Eller bayram, biz matem eylemişiz
Senin hakkın işte bu, keder dediler
Ne aldığın işe yaradı, ne de sattığın
Döktüğün gözyaşı kaç para, eder dediler
Çekilirsin bu âlemden bir gün, elbette
Artık bu virânede baykuş, öter dediler
Belin bükülsün, alnın delinsin secdede
Korkulur ki yarınlar daha, beter dediler
Sonuna geldin şimdi, uzun bir koşunun
Tamam, artık bu iş burada, biter dediler
Yazdın, söyledin, ağladın, yıllarca
İçine dök gözyaşlarını, yeter dediler
Kim bilir nerede ne zaman kaç yaşında
Bir gün kapında duman, tüter dediler
Sen sessiz gemide, sâkit ve samit
Sonra eş dost kaybolur, gider dediler
Bitti her şey, yüz yüzesin gerçekle
Hoş safâ geldin iş burada, biter dediler
Gönlündeki gülün hatırı için, belki
Karanlık biter, şafak söker dediler
DÎVÂNE GÖNLÜM
Seninle yaşamak, zor imiş meğer
Avuca sığmadın, ele sığmadın
Gezdirdin beni, yedi iklim dört köşe
Dağlara sığmadın, bele sığmadın
A benim deli gönlüm şaştım elinden
Baktım saza sığmadın, tele sığmadın
Bir feryad kopardın, melekler ağladı
Rüzgâra sığmadın, yele sığmadın
Ağladın diz çöküp cûş-u hurûş içinde
Gönüllere sığmadın, dile sığmadın
Adımladın bu dünyayı kaç senedir
Deryalara sığmadın, göle sığmadın
Bilirmisin ağladığın yerler, köşeler
Kurudu yeşil vâhâlar, çöle sığmadın
Demet demet, kırmızı gül misali
Çiçeğe sığmadın, güle sığmadın
Ne arayan oldu seni, ne de soran
Kucağa sığmadın, kola sığmadın
Açıkta kalıverdin işte, gördün mü?
Konaklara sığmadın, dala sığmadın
Bir ömür uçtun dağlardan yamaçlara
Peteklere sığmadın, bala sığmadın
Nerede, nasıl taşısam, bilmem ki
İzlere sığmadın, yola sığmadın
En son lâl-ü-ebkem, sâkit, sâmit
Tabutlara sığmadın, Sal’a sığmadın
DURA DURA GELDİM
Yaş kemâle eriyor yavaş yavaş
Ara duraklarda, dura dura geldim
Gülmedim bir kez dâr-ı dünyada
Hep dizlerime, vura vura geldim
Bir hayal âleminde yaşadım ama
Bütün gerçekleri, göre göre geldim
Aradığım hakikati bulmak için
Gerçek izleri, süre süre geldim
Varabilmek için “güllerin efendisine”
Yüzümü yerlere, süre süre geldim
Nerdedir tek gerçek, solmayan gül?
Ben bu soruları, sora sora geldim
Kanadı yüreğimdeki, bilinmeyen acı
Günlerce yaraları, sara sara geldim
Düşündüm olmadı, ağladım olmadı
Huzurda belimi, kıra kıra geldim
Nasıl geçti bu hayat, bilemedim
Bir şeyi geçmeden, sıra sıra geldim
Gördüm uzaktaki, gerçek sevgiliyi
Kalabalıkları, yara yara geldim
Diz çöktüm, yerlerde süründüm
Huzurda vuslata, ere ere geldim
Verdim işte, bütün suallere cevabı
Alnım ak, göğsümü, gere gere geldim
Kabul et artık ey Gönlümün gülü
Susadım gayri, nura nura geldim
DİYE DİYE GELDİM
Yandık, tutuştuk, ağladık, durduk
Bunun adına ben, giryan diye geldim
Dünyası yıkılmış, yönü kaybolmuş
Garibin adına, Müslüman diye geldim
Gittim sultanın, Yüce Dergâhına
Kimsin dediler, sultan diye geldim
Kapılarından kovmadılar beni ama
Sen kendi derdine, yan diye geldim
N'olur alın beni de dergâhınıza
Sürüne sürüne , ben diye geldim
Yolunda feda olsun, alın canımı
Yüreğimde götürdüm, can diye geldim
Değiştim onu, takas ettim pazarda
Canım feda olsun, canan diye geldim
Harcadım, tükettim, bitirdim onu
Yetmedi dostlar, zaman diye geldim
Ağlamak kârım oldu, inciler döküldü
Yâr yâr dedim Vird-ü, zeban diye geldim
Yarı yolda kaldım, varamadım menzile
Yetiş imdadıma Ya, Sübhân diye geldim
Elimden tutmazsa, Habibin eğer
Billah halim, yaman diye geldim
Nasıl gelmişsek bu Alem-i Şühûda
Utana, sıkıla, üryan diye geldim
Getirdiğim bir şey yok aman Ya Râbbi!...
Huzuruna Rahmet-i, Rahmân diye geldim
Katrelerde buharlaştım, yok oldum
Sonunda daldım, Ummân diye geldim
Geldi melekler, sordular bir bir
Hani gözyaşı hani, kan diye geldim
Bu kadar mı yalnızdın, bu kadar bittin
Gir şu Ateş-i Aşka, yan diye geldim
Adını koydum, bu perişan sözlerin
Halil’ indir bunu ,yazan diye geldim
Yıkıldı, döküldü dostlar gönül yurdum
Ben bu diyara işte, virân diye geldim
Döktüm, kırdım bu ömrü bitirdim
Gördünüz halim ,perişan diye geldim
Anlamadım tuzağı, görmedim çukuru
Aldattı, yıktı beni ,şeytan diye geldim
Yolunda harâb , türâb oldum Ya Râb!...
Tut elimden Hüsn-ü ,Zan diye geldim
Çok ümitlendim, çok yüreklendim
Kovma beni dergahından diye geldim
Şefâat Ey Şâh-ı Rusül, tut elimden
İşte Şah-ı, Peygamberân diye geldim.
KALMADI
Dolaştım şu âlemde, âvâre-biçâre
Varacak yerim, tutacak, dalım kalmadı
Öyle perişan yaşadım ki dünyada
Gerçeğe varacak, yolum kalmadı
Hoyratça kopardılar, bütün çiçeklerimi
Bir rüzgâr esti kurudu, gülüm kalmadı
İki büklüm oldum, yerlerde süründüm
Tutunup ayağa kalkacak, elim kalmadı
Herkes gülüp oynarken ben ağladım
İşkenceye dayanacak, halim kalmadı
Bir ömür çırpındım, gerçekler için
Hakikati söyleyecek, dilim kalmadı
Yamaçlarda dolaştım, kimsesiz, biçâre
Bir kenarda barınacak, çulum kalmadı
Neyi koydum bir tarafa, niçin uğraştım
Kefenimi alacak, param-pulum kalmadı
Semaya çıktım, okyanuslarda dolaştım
Kurudu, ırmaklar, gölüm kalmadı
Öyle bir rüzgâr esti ki, kuruttu gülleri
Tomurcuk gül bir yana, çalı'm kalmadı
Sahrâlar ezeli bir "Sevgiliyi" hatırlatır
Sahranın yâd-ı cemili, çölüm kalmadı
Zehroldu her şey, tadı tuzu kalmadı
Petek petek bir damla, balım kalmadı
Her şeyin bir-bir icmâlini yaparken
Şimdi hesap verecek, malım kalmadı
Alnım yerlerde sürünsün, huzûra varsın
Derken kaddim büküldü, belim kalmadı
Bir damla su diye, feryâd ederken
Coşkun ırmak kurudu, selim kalmadı
Ne kadar yalnız yaşamışım meğer
Kırıldım kanadım kolum kalmadı
Bin parça olsun Cism-i Cânım, aldırmam
Bakıyorum da, tabutum sal'ım kalmadı
NEREDE KALDI
Menzil kayboldu, aşk sona erdi
Belli ki izler karıştı, yol nerde kaldı
Tutunalım, ayağa kalkalım derken
Aradık, bulamadık, dal nerede kaldı
Çok aradık, o sevdalı günlerimizi
Bir damla yaş düşmedi, sel nerde kaldı
Arılar çoktan terki diyar eyledi
Kovan param parça, bal nerde kaldı
Kâl âleminde kaybolup gittik işte!
Gönülden gönüle , hal nerde kaldı
Ne yandığımız, ne de ağladığımız belli
Huzurda iki büklüm, kul nerde kaldı
Uzak kaldım dostlar, ah çok uzak
Ben nerde aradım, gül nerde kaldı
Ne aklım başıma geldi, ne adam oldum
Yandım, kül oldum, göl nerde kaldı
Ben beni bilirim, öyle mücrimim ki!
Mevlana misali “gel” nerde kaldı
Yerlerde süründüm, huzura varırken
Beni ayağa kaldıracak, el nerde kaldı
Ben beni tanırım, bu tamam da
Gerçeği söyleyecek, dil nerde kaldı
Varalım dedik, yüksek huzura ama
Ölümüz yerde süründü, sal nerde kaldı
ÖZE GELDİM
Çırpındım bir ömür, uğraşıp durdum
Sonunda yoruldum, dize geldim
Eller çıktı yücelere seyrân eyledi
Ben süründüm yerlerde, toza geldim
Ne yaptım, ne işledim bilinmez
Durmadan konuşuldu, söze geldim
Avare, biçare, dolaştım çöllerde
Bir yere varamadım , size geldim
Yollarda, bayırlarda, yamaçlarda
Dolaştım, durdum, köze geldim
Bir ömür konuştum yücelerde
Acaba olur mu dedim, yaza geldim
Ömrüm kış günlerinde geçti titredim
Bahar diye ümitlendim, yaz’a geldim
Kıtalar dolaştım, cevelân eyledim
Kabul ediniz dedim ,size geldim
Umutlar vardı gönülde, ter-u tâze
Yüreklendim işte ,naza geldim
Kim kabul eder benim gibi biçâreyi
Döndüm, dolaştım yine, size geldim
Buyur der misiniz, erenler evliyalar
Kimse kabul etmedi ,size geldim
Ne ay ne güneş,hiç vefa yokmuş
Issız gecelerdeki, yıldıza geldim
Vursun davullar çalsın zurnalar
Ömrümün sonundaki, saza geldim
Yücelere çıktım korktum ürperdim
Alçaklarda dolaştım, düze geldim
Eller gitti, vurdu, aldı, götürdü
Bildim nazar oldu, göze geldim
Dostlar ben, hesaptan korkuyorum
Artık çokları bıraktım, aza geldim
Ezdim zalim nefsimi, yerde süründüm
İki büklüm oldum, namaza geldim
Bildim ki nefis imiş yere vuran yiğidi
Çoğu zaman tuzağa düştüm, aza geldim
Gidince etraftakiler yalnız kaldım
Gördüm ki Ağustosta, buza geldim
Gittim Ravza'ya yerde süründüm
Ya Rasuleallah dedim, niyaza geldim
Kurtulayım dedim dünya zindanından
N’olur bekletmeyin, kapınıza geldim
Âvâre, biçâre dolaştım sokaklarda
Tükendim, bittim, evinize geldim
Uzaklarda dolaştım yalnız kaldım
Ümitlendim, sevindim, yanınıza geldim
Yok olup gitmekten korkuyorum
İşte onun için, halkanıza geldim
Uzadı bu meşakkat bitsin bu çile
Döndüm dolaştım, aslımıza geldim
Açın kapıları, çok yalnız kaldım
Yoruldum artık, evimize geldim…
ÖZ NERDE KALDI
Savrulduk şu âlemde, dört bir yana
Biz nerde kaldık, söz nerde kaldı
Önümüzü görebilmek büyük saâdet
Gerçekleri görecek, göz nerde kaldı
Dertler sevincimiz, devâmız oldu
Kayboldu tadımız, tuz nerde kaldı
Çöller, beller dedik, yürüdük yıllarca
Yollar kayıplara karıştı, iz nerde kaldı
Büyük inkılap, içi başka, dışı başka
Dışını biliriz de, öz nerde kaldı
Kar, tipi, bora, bütün hayâtımız
Kara kışta yaşadık,yaz nerde kaldı
Kışın soğuğunda kavrulduk, tutuştuk
Bize nefes aldıracak, köz nerde kaldı
Öylesine yaşadık işte, olur olmaz
Çokları hiç bulamadık, az nerde kaldı
Gördüğümüz hep, gözyaşı ve ızdırab
İçimizde yanıp-tutuşan, naz nerde kaldı
Hep ağlayalım mı? Gülmeyelim mi?
Alemde gördüğümüz, haz nerde kaldı
Dolaştık yücelerde, yamaçlarda hep
Bizi gerçeğe götürecek, düz nerde kaldı
Vursun davullar, çalsın zurnalar desek
Son defa güleceğimiz, saz nerde kaldı
Büklüm, büklüm olsun, kırılsın belimiz
Seccademizi ıslatacak, niyaz nerde kaldı
Bir uçurumdayız ki gidiyoruz eyvah!
Tutup-kurtaracak, kılavuz nerde kaldı
ÖZÜMLE CEDELLEŞME
Lime lime döküldüm, sona yaklaşırken
Aramıza uçurum kazdın mutlu musun?
Ömür boyu çırpındım, kurtulmak için
Sen hep karalar yazdın mutlu musun?
Bir şeyler inşâ ettim, perişan hayatımda
Târ-u mâr ettin, bozdun, mutlu musun?
Hep dikkatli baktım, önümü görmek için
Şimşek gibi geçtin, tozdun, mutlu musun?
Elimi uzattım, bir defa tutunmak için ah!
Sen kırmızı çizgiler çizdin, mutlu musun?
Nakış nakış dokumak için çırpınıp durdum
Sen tersine çevirdin çözdün, mutlu musun?
Enginlerden uçtum hep, yerde süründüm,
Kanat çırptın yücelerde azdın, mutlu musun?
Kendimi aşamadım, durgun yaşadım hep
Sen devr-i âlem ettin gezdin, mutlu musun?
Acı tatlı demedim yaşadım onu bir bir!
Başımda ki rüzgârları sezdin, mutlu musun?
Yaş Peygamber yaşı, dizde tâkât kalmadı
Hayattan bıktım, bezdim, mutlu musun?
PERİŞAN
Ey Gönlümün Gülü! Geleyim dedim
Birde baktım geriye, yollar perişan
Ne selam kalmış ortada, ne de merhaba
Birbirine düşman olan, kullar perişan
Anladım vefâ yokuşu dümdüz olmuş
Gönüller acı içinde, diller perişan
Şimdi ne bahçe, ne bâğbân kalmış
Kokusunu kaybetmiş, güller perişan
Issız sahrâlardan, gelmek istedim
Acı içinde baktım ki, çöller perişan
Neye uzandımsa elimde kaldı Ah!
Tutunduğum bütün, dallar perişan
Gönüller dilhûn olmuş, çırpınıyor
Sessiz çığlıklar atan, diller perişan
Dedim ki; uçayım Sübhan dağlarından
Geçit vermeyen yamaçlar, beller perişan
Sana geliyor gürleyip akan ırmaklar
Varamamışlar menzile, göller perişan
Nâme yazdım, yüreğimin ta içinden
Heyhat ki sana gelen, pullar perişan
Baktım gözyaşları ırmaklara karışmış
Dağlar geçit vermemiş , seller perişan
Sustum kâr etmedi, söyledim olmadı
İçin için yanıp tutuşan, haller perişan
Omuzda giderken, kurulsun taht misali
Baktım da Tahtı perişan, Sal’lar perişan
SÖZÜMÜZ VAR BİZİM
Durun hele oyun bitmedi henüz
Söyleyecek, sözümüz var bizim
Neler düşündük neler hayal ettik
Yücelere ulaşacak, hızımız var bizim
Ezelden geldik Ebede gidiyoruz
Allah'a varacak, izimiz var bizim
Hep kış mı olsun bahar gelmesin mi?
Daha yaşanacak, yazımız var bizim
Bitti mi? bu cümbüş sona mı erdi?
Doğru telden çalan, sazımız var bizim
Birden bitivermez, haberli gelir
Daha kaderimiz, yazımız, var bizim
Durun hele bekleyenler var bizi
Daha yazılacak, yazımız var bizim
Hep ağladık, Kâm almadık dünyadan
Gezilecek ovamız, düzümüz var bizim
Vefa uğruna ta,mâverâdan geldik
Allah'a umudumuz, nazımız var bizim
Hemen çağırmayın, durun ne olur
Kılınmamış vefâ, namazımız var bizim
Dîdebandan baktım içimizi gördüm
Ortaya çıkmamış özümüz var bizim
Biz bitmişiz, tükenmişiz öyle mi?
Yanan ateşimiz, közümüz var bizim
Sübhan dağından seslendik gelin diye
Sofrada aşımız, tuzumuz var bizim
O kadar yandık, karardık ama
Allaha bakacak, yüzümüz var bizim
Öyle umutla gidiyoruz ki sona doğru
Allah'a ve Resulüne, nazımız var bizim
SÖYLEME NE OLUR
Ey benim dîvâne, bîçâre gönlüm
Kimsesiz kaldığımı, söyleme ne olur
Sessiz bir feryâd ve figân içinde
Ağlayıp-sızladığımı, söyleme ne olur
Hüzünle dolaşırken şu misal âleminde
Ebediyete yol aldığımı, söyleme ne olur
Bülbül gibi şakıyıp güldüğümü gördüler
Bir garib olduğumu, söyleme ne olur
Divane gönlüm aramızda kalsın olur mu ?
Kurtuluşu bulduğumu, söyleme ne olur
Baktıkça titriyorum mücrim istikbalime
Sararıp-solduğumu, söyleme ne olur
Ameli az, günahı çok, ömrüme baktıkça
Saçlarımı yolduğumu, söyleme ne olur
Sona yaklaşıp yaprak gibi titrerken
Acı-acı güldüğümü, söyleme ne olur
Dilimde Allah lafzı, özümde bir sevdâ
Yapayalnız öldüğümü, söyleme ne olur.
SORDU BENİ
Bu nasıl bir insan, nasıl Müslüman
Suçlu ki; ne aradı, ne sordu beni
Meğer gölge avına çıkmışız biz
Olmadık yerde el öptü, yordu beni
Arkama bakmadan yürüdüm hep
O arkadan hançerledi, kırdı beni
Nefes alamıyorum, bunaldım artık
Çepeçevre kuşattı işte, sardı beni
İki büklüm oldu, yüzüme güldü
Bir meçhul zamana, kurdu beni
Hüsn-ü hâtimeye doğru giderken
Sinsice arkadamdan, vurdu beni
Tam yarım asır, Kürsü-minber derken
Tökezletti, düşürdü, yere serdi beni
Bir ömür koştum bu yollarda ben
Bin bir töhmetle dillere, verdi beni
Zamirinde ne varsa çıkardı bir bir
Açtı bohçasını meydana, serdi beni
Rabbim Rasûlü Kibriyânın hatırına
Yaramı sardı, topladı, derdi beni
SÖZ VERDİM
Diz çöktüm bu gece, gözlerim yaşlı
Rabb-i Rahime, söz verdim de geldim.
Utandım ilk defa, Habibinden bu gece
İki gözü iki çeşme, göz verdimde geldim.
El deki çok’ ları çok’ tan savurdum da
Tâ yüreğimden, az verdim de geldim.
Hızla gidiyoruz, son çoktan göründü
Gece hazırlıklara, hız verdim de geldim.
İki büklüm oldum işte, kaddim büküldü
Kapandım secdeye, yüz verdim de geldim.
Kışlara öyle alıştım ki, baharı unuttum
Savurdum mevsimi, yaz verdim de geldim.
Yandı ciğerim Billahi, özüm kavruldu
Yüreğimin üstüne, tuz verdim de geldim.
Kabul eden varmış gibi sitem ettim de
Bekledim kapıda, naz verdim de geldim.
Kış günlerin de yandım, kül oldum
Isınayım diye, buz verdim de geldim.
Şu kısacık ömrümde, bir şey istemedim
O ezeli davâya, omuz verdim de geldim.
Bana lazım değil, ne mansıb ne mal
Sultanımı, Kılavuz verdim de geldim.
TÜKENDİ
Gel otur şöyle, âvâre bîçâre gönül
Ömür bitti, ay bitti, yıl tükendi
Dolaştım ömrün zümrüt yamacında
Yokuş bitti, iniş bitti, bel tükendi
Şeb-i yeldâya sor , neler olmuş
Kelâm bitti, sual bitti, dil tükendi
Neye baktım, neye tutundumsa Ah!
Kök bitti, gövde bitti, dal tükendi
Şirâzesi koptu şu dünyanın dostlar!
Rüya bitti, uyku bitti, hayâl tükendi
Ne ağızda tad, ne huzur kaldı şimdi
Petek bitti, arı bitti, bal tükendi
Niye uzandımsa, şu perişan dünyada
Takat bitti, gayret bitti, el tükendi
Kuru, kupkuru çölde yaşadım
Yaprak bitti, çiçek bitti, gül tükendi
Şimdi Meçhuller içindeyim ben
Gaye bitti, hedef bitti, yol tükendi
Şerhâ şerhâ yarıldı, gönül toprağım
Yağmur bitti, damla bitti, göl tükendi
Sükûnet var şimdi gönül dünyamda
Fırtına bitti, tufan bitti, sel tükendi
Elveda dostlarım, gidiyorum artık
Tabut bitti, toprak bitti, "sal" tükendi
TESELLİ
Bu dertleri çekmek zor geldi özüme
Bana bir teselli versene gardaş
Aktı gözyaşlarım, kan revân oldu
Yüreğimdeki yaramı sarsana gardaş
Öyle özledim ki, gönlümün gülünü
Bana bir demet gül dersene gardaş
Acele etme hemen, gitme ne olur
Birazcık yanımda dursana gardaş
Çok ötelerden geliyorum, yorgunum
Şuraya bir yatak sersene gardaş
İşte uzanmış yatıyorum, lâl-ü ebkem
Üç ihlâs, bir Fatiha versene gardaş
Beni bu ıssız yerde unutma olurmu?
Ara-sıra ziyaretime gelsene gardaş
Kabrin yalnızlığıdır beni korkutan Ah!
Bazı akşamlar burada kalsana gardaş
Eyâ Resul! Acı bana yanına al ne olur
Beni semti Haremeyne versene gardaş
YOLLAR AĞLADI
Şu garip halime öz’den bakınca
Bulutlar hıçkırdı, yollar ağladı.
Boynum büküldü, perişan yollarda
Geçit vermedi dağlar, beller ağladı.
Sıkıldı, bunaldı, tükendi artık
Esmedi bâd-ı sabâ, yeller ağladı.
Şerhâ şerhâ yarıldı dudakları
Damla düşmedi hiç, çöller ağladı.
Hüzünle çırpındı Medine’nin gülü
Çiçekler boynun büktü, güller ağladı.
Attılar bizi deryâlara, acımadan
Tutunamadık bir yere, dallar ağladı.
Kovanından göç etti bütün arılar
Çiçeksiz kaldı petekler, ballar ağladı.
Lâl-ù ebkem oldu, bütün bir eşya
Yutkundu kaldı işte, diller ağladı
Onun feryadına bir baktılar da…
Yüreği taş kesilmiş, kullar ağladı.
Varamadı Menzil-i maksûda bu nâme
Üzüldü boynun büktü, pullar ağladı.
Selam Demirkazı’ tan, Faran Dağlarına
Medine’ye geçit vermeyen, beller ağladı.
Ne dediğini bildi ne bildiğini diyebildi
Tıkandı kaldı âlemde, gönüller ağladı.
Gurbetten gelmiş cansız bedeni
Teneşirler, tabutlar, sallar, ağladı.
Sonunda acıdı efendisi tuttu elinden
Sultanın elinden tutan,eller ağladı.
YANAN BENİM
Ne ağladığım bilindi, ne güldüğüm dostlar!
Aşk âteşine düşüp de, yanan ben oldum
Yandım, tutuştum, çöllere düştüm, Ah!
Aşkın şerbetini içip de, kanan ben oldum
Öyle tezatlar yaşadım ki, garip ömrümde
Sevda ateşinde kavrulup, donan ben oldum
Bir muhabbet hissettim içimde, kıpır-kıpır
Sema edip Mevlânâ gibi, dönen ben oldum
Yüreğimden ateş fışkırdı yanardağ gibi
Sonra cezir halinde, sönen ben oldum
Dolaştım çölleri hep mecnunlar gibi
Aşkın şerbetini, sunan ben oldum
Gün oldu ki, tepe taklak bütün devran
Hayali bile hakikat, sanan ben oldum
Günlük yaşamış, günü kurtarmış oldum
Tezatlar içinde bir adam! Denen ben oldum
Korkunç fikirlerin girdâbında kıvrandım
Neyim, kimim diye, düşünen ben oldum
Doldum olmadı, boşaldım hiç olmadı
O kaptan bu kaba, taşınan ben oldum
Sonunda durulup da akarsular misali
Aşkın şerbetini içip de, kanan ben oldum
YORULDUM
Bittim, tükendim, eridim artık
Yamaç bir yana, düzde yoruldum
Karda, fırtınada bir ömür geçti
Baharı görmedim, yazda yoruldum
Neyi, nasıl, ne kadar gördüm ki
Yetmedi bir şey, azda yoruldum
Ter, nefes tükettim çırpına çırpına
Kelam nerde kaldı, sözde yoruldum
Kış günleri buram buram terlerken
Ateşlerde üşüdüm, közde yoruldum
Âşinâ bir çehre aradım ömrümce
Bulamadım kimseyi, bizde yoruldum
Dost aradım, beni dostuma götürecek
Sürünerek geldim, sizde yoruldum
Ne yediğimi bildim, ne de içtiğimi!
Ağzımın tadı kaçtı, tuzda yoruldum
Kim çaldı, kim oynadı bilmedim ama
Takılıp kaldığım, sazda yoruldum
Davet geldi bize ötelerin ötesinden
Yalvardım Allah'a, nazda yoruldum
Dua dua, ellerim karıncalandı
Sitemler ettim, niyazda yoruldum
İşaret geldi bana, gönlümün gülünden
Sevinerek ağladım, Hazda yoruldum
YOLLAR KAPANDI
Hasretin bağrımda taş oldu artık
Geleyim dedim, yollar kapandı
Bir rüzgâr esti tâ Medine’den
Utandı, kızardı, güller kapandı
İçimi nasıl dökerim Yâ Rasûlallah
Baktım da gönüldeki, teller kapandı
Bir ışık, bir huzme olsun yeter
İçimde titreyen, gönüller kapandı
Diz çökmek istedim huzurunda
Kurudu yüreğim, Yollar kapandı
Aşkla yanmak anlatmak istedim
Tutuldu, dönmedi, diller kapandı
Umutla yalvardım, gece gündüz
Dua dua karıncalandı, eller kapandı
Sana varmak için yerde süründüm
Uzandığım bütün, dallar kapandı
Uzattım ellerimi sana varmak için
Geçit vermedi dağlar-beller kapandı
Coştu içimdeki fırtına, ırmak oldu
Serâp oldu efendim, seller kapandı
Aylar var ki bir koku gelmedi Ah!
Esmedi Bâd-ı Sabâ, yollar kapandı
Yürüdüm bir ömür, senin aşkına
Yetmedi aylar bana, yıllar kapandı
Yüreğim bin parça oldu şimdi
Kurudu denizler, göller kapandı
“YANDI BU GÖNÜL”
Yedi iklim dört köşe dolaştı durdu
Çırpındı, kıvrandı, yandı bu gönül
Bir ömür hayal peşinde koştu
Rüyalarını gerçek sandı bu gönül
Kurtarmak isterken cümle âlemi
Kendisi âteşte, yandı bu gönül
Ah gönül, deli divane, gönül
Kurtulamadı, gitti, kendi bu gönül
Veremedi hesabını, titredi kaldı
Kızardı, sarardı, soldu bu gönül
Sordular bir bir, bütün geçmişten
Deli divaneye, döndü bu gönül
O bir dava ve aşk adamıydı ama
Ateşi kayboldu, söndü bu gönül
Giderken nasıl gitti bilemiyoruz
Belli ki alacağını, aldı bu gönül
Çok aradı sordu, yoruldu ama
İnşallah aradığını, buldu bu gönül
Konuştu, ter döktü, nefes tüketti
Âvâzeyi âleme, saldı bu gönül
Yollarda, tökezledi, süründü ama
Billahi Hakkı, Batılı, bildi gönül
O dağ senin, bu yamaç benim dedi
Sonunda hizaya, geldi bu gönül
Geriye baktı ki gölge avına çıkmış
Ağladı, saçlarını, yoldu bu gönül
Fırtına dindi, bora sona erdi
Verdi son nefesini, dindi bu gönül
Allah acıdı, dostu elinden tuttu
Son defa giderken güldü bu gönül
YETMEDİ BANA
Bir ömür koştum, tutabilmek için
Çokları bulamadım, az yetmedi bana
Tökezledim yollarda, dizlerim titredi
Yavaş'ı bulamadım hız yetmedi bana
Süründüm yamaçlarda Allah için
Ayaklarım çekmedi, diz yetmedi bana
Haykırdım âleme, tek gerçek için
Kelamı bulamadım, söz yetmedi bana
Yedim inkâr etti, yemedim olmadı
Tadım kayboldu, tuz yetmedi bana
Sürünerek varmak istedim Allah’a
Yolu bulamadım, iz yetmedi bana
Benim nasibim ağlamakmış meğer
Gözüm kupkuru, naz yetmedi bana
Ömrümce seyrettim gülüp oynayanları
Gülmek ne kelime, haz yetmedi bana
Bakmak başka, görmek başkaymış
İyi baktım ama göz yetmedi bana
Bilmek için dünyada mutlak hakikati
Söz nerede, çuvaldız yetmedi bana
Ay-Güneş... Yolumdaki aydınlık için
Onları bulamadım, yıldız yetmedi bana
Yalnız dolaştım hicranlı sokaklarda
Kimseyi bulamadım, biz yetmedi bana
Öyle hızlı gelip geçti ki bu ömür
Dumanlı yollarda, toz yetmedi bana
Kim çaldı, kim oynadı bilemedim
Cümbüş boşa gitti saz yetmedi bana
Nasıl geçip gitti hayatım bilemedim
Her şey boşa çıktı, öz yetmedi bana
Sübhan dağlarında yandım tutuştum
Bunaldım, terledim buz yetmedi bana
Dolaştım yücelerde haddimi bilmeden
Alçaklara vardım düz yetmedi bana
Ömrüm kışta geçti, donup kaldım
Baharı bulamadım yaz yetmedi bana
Ağustos'ta titrer mi donar mı insan
İşte öyle oldu köz yetmedi bana
Ya Rasûlallah aç kapını ben geldim
Senden başka kılavuz yetmedi bana
BAŞA DÖNDÜ
Oyun bitti, sona erdi derken
Her şey birdenbire, başa döndü
Artık yazı-baharı bir yana bırak
Mevsimler bir bir, kışa döndü
Tebessüm yok, gülmek ne kelime
Gecem-Gündüzüm, yasa döndü
Huzur dedim, biraz sükun aradım
Arayıp bulduklarım, savaşa döndü
Özümle hep kavga edip durdum
Gözümden akan kanlı, yaşa döndü
Gökte melekler, çırpındı durdu
Çağıldayıp akan sular, taşa döndü
Bir şeyler umdum işte, bekledim
Bir lokma bir hırka, dervişe döndü
Hakikat dedim, sarıldım hepsine
Serâp oldu eldekiler, düşe döndü
Bülbüller ötsün dedim yüreğimde
Ötenlerin hepsi, baykuşa döndü
Can havliyle sarıldım hayata ben
Hayal oldu elimdeki, boşa döndü
Sonsuzluk geldi-çattı zihnime
Karışık çizgiler, nakışa döndü
Saf altın zannettim bulduklarımı
Şükür eldekiler, gümüşe döndü
Yaka-paça oldum hep hayatla
Karıştı alem kör, döğüşe döndü
Nereye baktımsa hep donup kaldı
Nazarın hepsi hain, bakışa döndü
Bin şükür Rabbime, Hamdolsun
Gönlümde uçuşanlar, kuşa döndü
Şimdi huzurdayım, sükûndayım
Çektiklerim şükür, hoş'a döndü
Fırtına diniyor artık yavaş-yavaş
Süzülüp inenler, yağışa döndü
Oyun bitti, kavga sona erdi
Özümle halleştim, barışa döndü
BULAMADIM
Çırpınıp durdum hep ömrümce
Çok şey bekledim azı bulamadım
Yerde sürünenden ne beklersin ki;
Yavaşı kaybettim, hızı bulamadım
Rükûu bir yana, secdesi başka yana
Gözyaşı nerede, namazı bulamadım
Ebedi Rehberimin yaptığı gibi
Tefekkür var da, niyazı bulamadım
Koşup durdum, bir hevesin ardından
Mecalim tükendi, diz'i bulamadım
Bitti, her şey sona erdi derken
Dil dönmez oldu, sözü bulamadım
Boşuna bakmışım, bir ömür boyu
Gerçeği görecek, gözü bulamadım
Yedim önümde, yemedim ardımda
Tadım kayboldu, tuzu bulamadım
Âmâların elindeki, çerağ misali
Yol nerede kaldı, izi bulamadım
Hüzün ve gözyaşı marifetim oldu
Gülmek bir yana, hazzı bulamadım
Gölge avına çıkmışım ben demek ki
Gerçeği kaybettim, özü bulamadım
Zirveye tırmanırım, çıkarım derken
Yaya kaldım yolda, düzü bulamadım
Güneş kayboldu Ay nerede kaldı
Yönümü bulacak yıldızı bulamadım
Gelecektim arkanızdan, sürüne sürüne
Göremedim kimseyi, sizi bulamadım
Herkes gitti, ben yapayalnız kaldım
Çöllerde dolaştım, evimizi bulamadım
Ne kadar çaldımsa kapıyı ses gelmedi
O'nu bu'nu bırak ben bizi bulamadım
Öyle bir cümbüşe döndü ki hayatım
Yolları karartan, tozu bulamadım
Kış günleri Yâr-ı Vefâkârım oldu benim
Baharım hiç olmadı, yazı bulamadım
Çöllerin sıcağında üşüdüm, titredim
Ateş küle döndü, Közü bulamadım
Çaresiz yamaçlarda dolaşıp durdum
Ben kurtarıcımı, Kılavuzu bulamadım
BİZİMDİR
Yıkıldı gönlüm, harâb, türab oldu
Kara haber getiren, teller bizimdir
Yüzler, binler engel var, menzile
Geçit vermeyen, yollar bizimdir
Billâh gülmedim dünyada, bir an
Kırılan, dökülen, gönüller bizimdir
Dertler, derdimize bin deva oldu
Boynu bükülen, güller bizimdir
Yâ leyl! Diye çırpındık bir ömür boyu
İçinde kaybolduğum, çöller bizimdir
Bir kez kucaklasaydık, mutluluğu
Karanlıkta çırpınan, kollar bizimdir
Neyin cezasını çektik, bilmem ki!
Şu dizlerine vuran, eller bizimdir
Mutluluğun şarkısını söylemedi, gitti
Acı acı feryâd eden, diller bizimdir
Neye çırpındık, neyin cihâdını verdik
Büklüm büklüm olan, dallar bizimdir
Tahtı perişân, gönlü virâne olmuş
Kanadı kırılmış, giden sallar bizimdir
Maziye bak güldüğüm olmuş mu?
Yalnız yaşadığımız, yıllar bizimdir
Yuvalar târ-u mâr olmuş, gidiyor
Şu ağlayan, kızlar-oğullar bizimdir
Kim bizimle ağlamış, kim gülmüş ki
Gönlü harab olmuş ,kullar bizimdir
Yüz defa, bin defa gidip-gelmiş
Lîme lîme olmuş,pullar bizimdir
Hani öyle demişler, meşhur olmuş ya!
“Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir”
BU GECE
Bu gece öyle perîşânım ki, dostlar
Yüreğimi elime alıp, çıkasım geldi
Söz geçiremedim dîvâne gönlüme
Meçhullere kendimi, atasım geldi
Yüreğimi bin parça eden, nefsimle
Yaka paça olup, çatasım geldi
Beni perîşân eden şu denî dünyayı
Hesaplayıp bir pula, satasım geldi
Ne engel varsa, gönlümün gülüyle
Bir bir tâdât edip, yıkasım geldi
Bıktım Billahi, şu sefil dünyadan
Hesabı bitirip yolu, tutasım geldi
Varıp utana sıkıla gönlümün gülüne
Yürekten bir selam, çakasım geldi
Günahlarımı bir bir, sayıp döküp
Artık bu kitabı, kapatasım geldi
Ömür defterini, bir bir kapatıp
Kalanını tabuta, takasım geldi
Yoruldum dünyanın, sefil yollarında
Yüreğimi elime alıp, sıkasım geldi
Baş edemedim, içimdeki fırtınalarla
Artık elimi koynuma, sokasım geldi
Geçmişi tâ ensesinden yakalayıp
Hâtırasına bakmadan, yakasım geldi
Son yolculuğa çıkarken güle oynaya
Ortalığı tozu dumana, katasım geldi
Sonrada mezar bulup ıssız bir köşede
Namsız nişansız uzanıp, yatasım geldi
Bitsin artık bu kavga ne olur Yâ Râb!
Cürmümü omuzlayıp, varasım geldi
ÇEVİRDİLER BENİ
Gönül verdim erenlere ta derinden
Elimden tuttular, yola çevirdiler beni
Bir katre bile değildim, serâp misali
Deryaya döktüler, göle çevirdiler beni
Çiçekler gibiydim, bitkin ve solgun
Toplayıp derdiler, güle çevirdiler beni
Durgun sular gibi akmaz, coşmazdım
Bendleri yıktılar, sele çevirdiler beni
Çılgın rüzgarlar gibi deli deli eserdim
Sevgiliye giden, yele çevirdiler beni
Dolaşırken ömrümün sürgün yıllarında
Yamaçlardaki, bele çevirdiler beni
Çok'lar tükendi, az'lar yok olup gitti
Durmadan veren, el' e çevirdiler beni
His yoktu, duygu yoktu, donmuş gibi
Şifalar kaynağı, bala çevirdiler beni
Mücrimler misali, ayakta duramazken
Garibin tutunacağı, dala çevirdiler beni
Dolaşırken çöllerde âvâre bîçâre
Öğüttüler, halden, hale çevirdiler beni
Allah ve Resulünü yürekten sevince
Hak adına konuşan, dile çevirdiler beni
Başka sevgi girmesin ne olur dedim
Aşkla dolu bir, gönüle çevirdiler beni
Çekilmez oldu
Sübhan dağlarından, Medine’ye!
Bu ayrılık böyle çekilmez oldu
Dışı seni, içi beni yakar bu hayâtın
Dolaştım da içinden çıkılmaz oldu
Çırpındım, menzile varmak için
Zâlimin bileği, bükülmez oldu
Önümü göremedim, zifiri karanlık
Beklediğim şafaklar, sökülmez oldu
Yollarda bekledim dilenciler gibi
Ne yazık ki yüzüme, bakılmaz oldu
Bir nur, bir huzme, bir ışık ne olur
Önümde bir mum bile, yakılmaz oldu
Altmış senelik, perişan bir hayat
Kale gibi önümde, yıkılmaz oldu
Köprüyü geçmiş, bütün dostlarım
Uzattım elimi de, geçilmez oldu
Affet Allahım ne olur şu garibi
İyiler, kötülerden, seçilmez oldu
Artık yarınları hiç göremiyorum
Gözüme bir şey, takılmaz oldu
Nâdânlar iyilerin önüne geçti şimdi
Kıymete bindi bahası, biçilmez oldu
Gözyaşlarım dizildi, yutkunup kaldım
Bu lokmalar böyle, yutulmaz oldu
Çiğneyip geçtiler, yüreğimi benim
Üzerime bir fidan, dikilmez oldu
Bırakın bu garibi, böylece kalsın
Geçmedi, işte alınıp-satılmaz oldu
Yapayalnız kaldı bu hayatta ama
Bir başka kervana katılmaz oldu
M Ü N Â C A A T
Ey nâr-ı hasret! söyle vuslat ne zaman
Yakma Allah için, kebâb etme ne olur
Yerlerde sürünen şu nazik bedenimi
Bitir tüket ama harâb etme ne olur
Aslıma döndür, geldiğim yere doğru
Çayır-çimene karıştır, türâb etme ne olur
Ben gölge avına çıkmışım meğer
Kaybetme gözden, serâb etme ne olur
Kendim söyledim, kendim dinledim hep
Bugün ağlayıp inleyen, rebâb etme ne olur
Hesâbım âsân olsun, sorgu sûal bitsin
Soldan verilen bir kitâb etme ne olur
Yârâb! Huzûruna geliyorum utana sıkıla
Sonunda kovuldun diye hitâb etme ne olur
Kırılır incinirim, zülfüm dağılır, Billâhi!
Kaş çatma, azarlama, itâb etme ne olur
Ben beni biliyorum lâyık değilim ama
Hem civâr et habibine, uzâk etme ne olur
Merhamet et ne olur, yakma ateşinde
Acı bana, tut elimden, gazâb etme ne olur
Yârâb! Seyyiâtımı hasenâta tebdil eyle
Günahlarımı ince ince hesâb etme ne olur
Kabrimi pür nûr, mekanımı cennet eyle
Acı bana, tut elimden, gazâb etme ne olur
Saygı Değer Hocamız; Halil Bey
Saygı ve Selamlarımı yollar tekrar başladığınız yurt içi vazifenizde üstün başarılar dilerim. Allah sizi ve sizin gibi “din ve bayrak dostu” liderlerimizi korusun.
Hocam, siz buradan gitmediniz. Burada yerleşip kaldınız. Siz varmış gibi, her gün sizinle burada konuşuyoruz. Gözlerimiz ve gönlümüz hep sizi arıyor. Hani bir söz vardır:”kişi gider ev yapılır, kişi gider köy yıkılır kişi gider devlet yıkılır …….” diye Öyle bir şey oldu. Sanki siz gittiniz Duesseldorf yıkıldı gibi. Bir şey!... Camiye gitmeyi canım istemiyor. Sizsiz o cami öyle öksüz ki, bizim gibi biz Türkler ve Müslümanlar gibi…
Dünya gönlünüzce olsun. Sizin küçük yavruya kalpten sevgiler.
Bir Kardeşiniz.23/04/1991
Sabri ÖĞRETİR
DÜSSELDORF
Gönüldeki TÜRKÜ
BİR ŞİİR BİR HATIRA
Zaman çok hızlı geçmekte. Nasıl geçtiğinin dahi bazen farkında değiliz. Bir çok tarihi olay söze, yazıya, taşa, mermere, resim olarak, türkü olarak, eser olarak bir sonraki nesillere intikal etmektedir. Bizler Batı Avrupalı Türkler olarak, birinci kuşağın bu ülkeye gelirken, geldikten sonra, onları etkileyen olayları belgeleyen fotoğraf, karikatür, türkü, eşya hatıra niteliğinde ne varsa toplamalıyız.: Çünkü bunlar bizim gelecek kuşaklara bırakacağımız birer tarihi vesika olacaktır. İlk gelenlerin ilk fotoğrafları, ilk başlarından geçen olaylar, ilk açılan cami, dernek , lokal, sendika şubesi, okul, sınıf, mezar vesaire gibi şeyler adeta tarihi vesikalardır.Bunun yanında daha sonra gelip de toplumun zihninde derin izler bırakan olaylar, kişiler ve onların hakkında yazılan, çizilenlerde çok önemlidir. Bunlarda Batı Türk azınlığının geçirmiş olduğu evreleri bizlere gösterir ve tarihi birer belge değerini taşırlar.
Bundan altı sene önce (1991) Ramazan ayında Düsseldorf u ziyaret eden Sayın Fethiye Müftüsü Halil ARIK hocamız vaaz-ı nasihatleri ile cemaati çok etkilemişti. Onun vaazlarının tesirinde kalan sayın Sabri ÖĞRETİCİ, bir şiiri ile hem Ramazan duygularımızı, hem de şiirin etki ve tesirini bize aşağıdaki şiiri ile yansıtmaktadır.
Not:
1991 yılında Ramazan ayı münasebetiyle Almanya’nın Duesseldorf eyaletine görevli olarak gitmiştim. cemaatımın içinde emekli öğretmenler şairler vardı.Oradan ayrıldıktan sonra Sabri öğretici adında çok değerli bir öğretmenimiz bizim hakkımızdaki düşüncelerini bir mektup ve şiirle ifade etmiş.Kendilerine teşekkür ediyorum
Daha sonra Denizli li olduğunu bildiğim Halil Gülel adında yazar şair bir arkadaşımız bunu kitabına almış.Ben her iki gönüldaşıma teşekkür ediyorum.Sevgili adaşım Halil Gülel’in beden itibariyle bazı engelleri vardı,ama yüreği vatan sevgisiyle dolu şair yazar ressam bir arkadaşımızdı.Kendisini buradan sevgi ile selamlıyorum.H.A
TEŞEKKÜRLER HOCAM
Bir Halil geldiniz, bin Halil olduk
Bir Ramazan boyu hem gönül olduk,
Acı gurbetlerde tatlı dil olduk
Dilinize sağlık sağolun Hocam.
Halimize bakıp kerem ettiniz,
Doğrusu haramı haram ettiniz,
Islahımız için meram ettiniz
Dilinize sağlık, sağolun hocam.
Bir damla gözyaşı bin mermer kırdı,
Hocam, siz ağlarken yürekler durdu,
O kürsüde sanki Mevlana vardı.
"Gel" inize, sağlık, sağolun hocam.
Siz bir hatip değil bir Yunussunuz,
Rahmet sularında hem yunmuşsunuz,
Hocam, gül dalına siz konmuşsunuz.
Gülünüze sağlık, sağolun Hocam.
Bazen bir dağ yolunda bir çobandınız,
Bazen bağrı yanık bir ozandınız,
Bazen elde kılıç Genç Osmandınız
Kolunuza sağlık, sağolun Hocam.
Ömer'in şahsında " adil" oldunuz
Yavuzun şahsında "Hâdim" oldunuz.
Çiçek özü gibi tadım oldunuz
Balınıza sağlık, sağolun Hocam
Bir tarih oldunuz beyaz sakallı,
Bir Fatih oldunuz, bir de Sokullu,
Bir şeyler verdiniz anber kokulu
Elinize sağlık, sağolun Hocam.
" Bedrin Arslanları" ve " Çanakkale"
"Viyana kapıları", " Kıprıs'ta Hala",
Düsseldorf’ta Halil, işe bak hele
Gönlünüze sağlık, sağolun Hocam.
Arzuhalim budur, burda kalınız,
Kalmazsanız eğer, bizi alınız,
Bizsiz giderseniz mes'ud olunuz
Yolunuza sağlık, sağolun Hocam.
Sabri ÖĞRETİCİ Duesseldorf /04/04/1991
Halil Hocamız 30.12.1999
Kendisi Afyon’lu olup, Muğla Müftülüğünde görev yapan Sayın Halil ARIK Hoca'mız 09.12.1999 ve 08.01.2000 yılları arasında Ramazan ayında Almanya'nın Gladbeck şehrinde DİTİB Türkiye Camimize vaiz olarak gelmiştir.
İlim ve İrfanla dolu olan Hocamız, bizleri Kur'an nuru ile aydınlatıp, vatan millet, devlet ve bayrağın da mukaddes olduğunu vurgulayarak, bölücülükten uzak, insanlarımızı birlik ve beraberlik içerisindedir bütün olarak yaşamaları için, büyük çaba ve nasihatlerde bulunmuştur.
Bunun içindir ki, kendisinde olan, o milli şuuru görünce, içimden gelen bu bir kaç beyiti yazmış bulunuyorum. Kendisinin her türlü saygıya layık olduğunu ve böyle aydın hocalarımızın daima bizlerle olmasını dileyerek saygılarımı sunuyorum.
Nedim VAROL
Halil Hoca'ma
Benim bu sözlerim Halil Hocama
inan müminlerin yarisin Hocam.
Bize çok şey verdin kısa zamanda,
Sanki bal yapan bir arısın Hocam.
Şöyle bir dinledim eyledim fikir,
Ruhumda yükseldi manevi zikir.
Daha sizler vardır Allah'a şükür,
Hakikat babının yolusun Hocam.
Kürsüye çılanca kesilmez hızı,
Anlamlı sözlerle ağlattın bizi.
Coşkunca kürsüye vur bazı,bazı,
Kalbimizin yağı erisin Hocam.
Sizlersiniz insanlara yön veren,
Sizlersiniz fidanlara can veren,
Sizlersiniz kalbimize kan veren,
Sen bu tabiblerden birisin Hocam.
Bana bu şiiri yazdıran sözlerin.
Vatan, bayrak dedin, doldu gözlerim.
Hocam inanın ki sizi özlerim.
Nedim'in dostundan birisin Hocam.
Şairiniz Nedim VAROL
|
Tufanbeyli, Ayvat Köyü ADANA
|
Not 1999 yılında ramazan ayı münasebetiyle Almanya’nın Münster-Gladbeck eyaletinde görevli olarak bulundum Nedim Varol adında gurbetci bir şairimiz duygu ve düşüncelerini dile getirmiş. Bir vefa borcu olarak onu minnetle anıyorum. H.A
İÇİNDEKİLER
1.Takdim
2.Elhamdülillah
3.Yâ Rasûlallah
4.Gelemedim Yâ Rasûlaallah
5.Gelmek istiyorum
6.Geliyorum Garip Garip
7.Geldim Yâ Rasûlallah
8.Tut Elimden Yâ Rasûlallah
9.Gül’ün Üstüne
10.Çeke Çeke Geldim
11.Vefa
12.Vefasız
13.Yordular Beni
14.Yanıyorum
15.Zor Geldi Bana
16.Hasret
17.Kerbelâ
18.Bitlis
19.Asrın Mütefekkiri
20.Atıver Gitsin
21.Arzu Hal
22.Oyun Bitti
23.Ölüm
24.Korkarım
25.Sor Beni
26.Anladım
27.Çözülmedi
28.Dilinde Kaldım
29.Ona Yanarım
30.Olmadım Gitti
31.Son Yolculuk
32.Uzun Yolculuk
33.Özledim
34.Sıla Hasreti
35.Çok Özledim
36.Gördüm de Geldim
37.Söz Kalmadı
38.Gelemem Gayrı
39.Gezdim de Geldim
40.Gidelim
41.Gönüldaş Bulamadım
42.Gel Dediler
43.Gözyaşı
44.Sırlar Geldi Geçti
45.Geldi Geçti
46.Sordum da Geldim
47.Dediler
48.Divane Gönlüm
49.Dura Dura Geldim
50-51.Diye Geldim
52.Kalmadı
53.Nerede Kaldı
54-55.Öze Geldim
56.Öz Nerde Kaldı
57.Özümle Cedelleşme
58.Perişan
59.Sözümüz Var Bizim
60.Söyleme Ne Olur
61.Sordu Beni
62.Söz Verdim
63.Tükendi
64.Teselli
65.Yollar Ağladı
66.Yanan Benim
67.Yoruldum
68.Yollar Kapandı
69.Yandı Bu Gönül
70.Yetmedi Bana
71–72.Başa Döndü
73–74.Bulamadım
75.Bizimdir
76.Bu Gece
77.Çevirdiler
78.Çekilmez Oldu
79.Münacaât
80.Sabri ÖĞRETİR Bey’in mektubu
81–82.Bir Şiir Bir Hatıra-Halil Gülel
83.Nedim VAROL Bey’in mektubu ve şiiri
84-Özgeçmiş
ARKADAŞIMI BANA BIRAKIRSINIZ, DEĞİL Mİ?
Ebü’d- Derdâ radıyallahu anh anlatıyor:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yanında oturuyordum.
O sırada Hz. Ebû Bekir göründü. Diz kapağı açılacak şekilde eliyle elbisesini toplamış, telâşla geliyordu.
Peygamber Efendimiz:
“Herhalde arkadaşınız biriyle kavga etmiş” buyurdu.
Hz. Ebû Bekir selâm verdikten sonra:
“Yâ Resûlallah!” dedi. Ömer ibni Hattâb ile aramızda çekişme oldu. Ben biraz ileri gittim. Sonra yaptığıma pişman oldum. Beni bağışlamasını istedim. Fakat o buna yanaşmadı. Ben de kalkıp sana geldim.”
Bunun üzerine Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, üç defa:
“Allah seni bağışlasın, Ebû Bekir!”buyurdu.
Bir süre sonra Hz. Ömer de yaptığına pişman olmuş. Doğruca Ebû Bekir’in evine giderek:
“Ebû Bekir evde mi?”diye sormuş.
“Hayır, evde değil” demişler. O da doğruca Peygamber aleyhisselâm’ın yanına geldi, selâm verdi.
O sırada Resûl-i Ekrem’in mübarek yüzü, öfkelenmeye başladığını gösteriyordu.
Hz. Peygamberin Ömer’e bir şey söylemesinden korkan Ebû Bekir hemen iki dizinin üzerine oturdu ve:
“Ey Allah’ın Elçisi! Vallahi çekişmeyi başlatan benim” dedi ve bu sözü iki defa tekrarladı.
O zaman Resûl-i Ekrem Efendimiz şunları söyledi:
“Allah Teâlâ beni size peygamber olarak gönderdiğinde siz beni yalanlamıştınız. Bana yalnız Ebû Bekir inanmıştı. Ve beni malıyla, canıyla o desteklemişti. Benim arkadaşımı bana bırakırsınız, değil mi? Benim arkadaşımı bana bırakırsınız, değil mi?”
O günden sonra hiç kimse Hz. Ebû Bekir’i incitecek birşey yapmadı.
BİR MÜZAYEDE
Bir gün Peygamber Efendimizin yanına, Medineli Müslümanlardan fakir bir adam geldi ve yiyecek bir şeyler istedi.
Efendimiz ona:
“Senin evinde hiç eşya yok mu?” diye sordu.
Adam:
“Var” dedi.”Bir kısmıyla örtündüğümüz,bir kısmını yere serdiğimiz bir çul, bir de su kabımız var.”
Resûl-i Ekrem “Onları bana getir” buyurdu.
Adam çul ile su kabını getirdi.
Peygamber Efendimiz onları eline aldı ve etrafındakilere:
“Bunları kim satın almak ister?” diye sordu.
Sahâbîlerden biri onlara bir dirhem vereceğini söyledi. Hz. Peygamber:
Artıran yok mu?” diye birkaç defa seslendi ve iki dirhem verene onları sattı. Parayı fakir Sahâbîye uzatarak:
“Bunun bir lirasıyla ailene yiyecek al. Kalan parayla da bir balta satın alıp bana getir” buyurdu.
Adamın getirdiği baltaya efendimiz kendi elleriyle bir sap taktı ve ona şunları söyledi:
“Haydi, şimdi git; bununla odun kes ve sat!
“On beş gün çalış; ondan sonra yanıma gel!”
Fakir adam on beş gün sonra Efendimizin yanına geldi. On dirhem kazanmış, bu parayla kendine ve ailesine elbise ve yiyecek almıştı.
Peygamber Efendimiz buna çok sevindi ve ona şunları söyledi:
“Dilenciliğin, kıyamet günü suratında bir leke gibi görünmesinden, böylesi senin için daha iyidir
ÖLÜM ŞEKLİNİN NE ÖNEMİ VAR
Hicretin dördüncü yılıydı.
Peygamber Efendimiz on sahâbîye önemli bir görev verdi. Medine’den uzaktaki bazı kabilelere İslamiyet’i öğreteceklerdi.
Kafile bir gün yola çıktı. Zeyd ibni Desine ve Hubeyd ibni Adî de aralarındaydı.
Recî suyu denilen yerde, İslamiyet’in yayılmasını istemeyen 100 kâfir onlara pusu kurdu. Hepsi de çok iyi okçuydu.
Müthiş bir çarpışma oldu. Sonunda Zeyd ile Hubeyd esir düştü. Diğerlerinin ruhu cennete uçtu.
Bu İslâm düşmanları iki esiri Mekke’ye götürdüler.
Onları, Bedir Savaşında ölen yakınlarının intikamını almak isteyenlere sattılar.
Kâfirler, ellerini ve ayaklarını zincire vurdukları Zeyd ile Hubeyb’i ayrı ayrı yerlere hapsettiler.
Bir gün Hubeyb’in elinde bir üzüm salkımı gördüler. Mevsim üzüm mevsimi değildi. Ona üzümü kim vermişti? Şaşıp kaldılar.
Yine de onları idam etmeye karar verdiler. Ten’im denilen yerde Mekke halkını topladılar.
Zeyd ile Hubeyb’e:
“Gelin,”dediler. “Dininizden dönün, sizi serbest bırakalım.” Ama onlar bu teklifi kabul etmediler.
İki şehit adayı idam edilmeden önce ikişer rek’at namaz kıldılar.
Müşriklerin lideri Ebû Süfyan o günlerde daha Müslüman olmamıştı;
Darağacının altındaki Zeyd’e yaklaştı:
“Allah aşkına söyle Zeyd!” dedi. “Şimdi sen çoluk çocuğunun yanında olsaydın, senin yerinde Muhammet bulunsaydı, seni idam edeceğimize onu öldürseydik ne iyi olurdu, değil mi?”
Zeyd İbni Desine, iman zevkinden yoksun bu adama hayretle ve acıyarak baktı:
“Sen ne diyorsun ?” dedi. Muhammed aleyhisselâm’ın burada olması şöyle dursun, onun şu anda bulunduğu yerde ayağına diken batmasına bile gönlüm razı olmaz.”
Ebu Süfyan hayretten donakaldı:
“Ben dünyada, Muhammed’in arkadaşlarının onu sevdiği kadar birbirini seven kimse görmedim” dedi.
Sonra kalkıp Hubeyb’in yanına gitti. Aynı şeyleri ona da söyledi. Ondan da aynı cevabı aldı.
Hubeyb’i çarmıha gerer gibi kuru bir ağaca bağlamışlardı. Ondan intikam almak isteyenler mızraklarını sıkı sıkı kavrarken Hubeyb’in ağzından şu sözler döküldü:
“Müslüman olarak öldükten sonra, ölüm şeklinin ne önemi var?”
MERHAMET DUYGUSU
Üsâme İbni Zeyd Radıyallahu Anhümâ anlatıyor.
Hz. Peygamberin yanındaydık.
Kızı Zeynep ona:
“Oğlum ölmek üzere, lütfen bize kadar geliniz” diye haber gönderdi.
Resül-i Ekrem de kızına selâm ile birlikte şu cevabı yolladı:
“Kızım!
“Alan da, veren de Allah’tır.
“Onun yanında her şeyin belli bir ömrü vardır.
“Sabret ve ödülünü Allah’tan bekle!”
Bu defa Zeynep:
“Ne olur, babacığım, mutlaka geliniz” diye haber gönderdi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,
Sa’d ibni Ubâde gibi Sahâbilerle birlikte kızının evine gitti.
Nefes almakta zorluk çeken çocuğu Hz. Peygamberin kucağına verdiler.
İşte o zaman Efendimizin gözlerinden yaşlar boşandı.
Bu durumu gören Sa’d İbni Ubâde hayretle:
“Ey Allah’ın Rasûlü, bu ne haldir? deyince, Peygamber efendimiz şunları söyledi:
“Bu Allah’ın, kullarının kalbine koyduğu merhamet duygusudur.
“Allah bu duyguyu şefkatli kullarına verir.”
SÖZÜNDE DURMAK VAR
Vaktiyle halife Muâviye bin Ebû Süfyân Bizanslılarla bir sulh anlaşması yapmışlardı.
Anlaşma süresi henüz sona ermeden, Muâviye ordusuyla birlikte Bizans’a doğru yola çıktı. Bizans ülkesine yakın bir yerde bekleyecek, antlaşma süresi bitince onlarla savaşacaktı.
Ordu Bizans’a doğru yol alırken, bir atlı göründü. Adam: “Allahü ekber, Allahü ekber” diye yüksek sesle tekbir getirdi.
Dikkatleri üzerinde topladığını anlayınca:
“Sözünde durmak var dönmek yok” diye seslendi.
Kimmiş bu adam diye dikkatlice bakınca, onun ilk Müslümanlardan Amr ibni Abese olduğu anlaşıldı.
Halife onu yanına getirtti ve:
“Böyle seslenmekle bize ne demek istedin?” diye sordu.
Amr ibni Abese şunları söyledi:
“Ben Rasûl-i Ekrem’ in şöyle buyurduğunu işittim:
“Bir kimse bir kavimle antlaşma yapmışsa, süresi bitene veya anlaşmayı bozduğunu onlara bildirene kadar antlaşmayı ne bozsun, ne de onu yenilesin!”
Bunun üzerine Muâviye ordusuyla birlikte geri döndü.
Böylece kendisine söz verilen kimsenin Müslim, gayr-i Müslim olması arasında fark bulunmadığı anlaşıldı. Biriyle antlaşma yapan Müslümanın sözüne ve ahdine sâdık kalması gerektiği iyice öğrenilmiş oldu.
YÜZLERİ PARILDAYAN KİMSELER
Bir gün sevgili Peygamberimiz, yanındaki sahâbîlerle birlikte kabristanı ziyarete gitmişti:
Oraya varınca:
“Selâm size, ey mü’minler diyârı!
İnşallah biz de yakında aranıza katılacağız” buyurdu.
Ardından da:
“Kardeşlerimi görmeyi çok özledim” dedi.
Sahâbîler:
“Ey Allah’ ın Elçisi! Biz senin Kardeşlerin değil miyiz?” dediler.
Rasül-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu:
“Siz benim Ashâbımsınız; kardeşlerim henüz dünyaya gelmediler.
Ben onları âhirette Kevser havuzunun başında bekleyeceğim.”
Sahâbîler:
“Ya Resûlallah! Ümmetinden henüz dünyaya gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın?” diye sordular.
Allah’ın Resûlü onlara şöyle bir misal verdi:
“Söyleyin bakalım! Bir adamın alnı ak, ayakları sekili bir atı olsa;
“bu at yağız ve doru bir at sürüsüne karışsa, o adam atını hemen tanımaz mı?”
Sahâbîler:
“Elbette tanır, ey Allah’ın Elçisi!” dediler.
Resûl-i Ekrem Efendimiz sözünü şöyle tamamladı:
“İşte onların da, aldıkları abdestlerden dolayı yüzleri ak, el ve ayakları parlak olacak. Ben de onları hemen tanıyacağım.
Ve Kevser havuzunun başında onları bekleyeceğim.”
PEYGAMBERİMİZİ SEVMELİ, SAYMALIYIZ
Peygamberimizi niçin sevmeliyiz?
Bu sorunun kısaca cevabı şudur:
O bize Allah’ın buyruklarını getirdi, dinimizi öğretti, doğru yolu bulmamıza yardım etti, ebedi kurtuluşa ermemize aracı oldu.
Bu iyilikleri sebebiyle Peygamber Efendimizi sevmek bizim en tabii görevimizdir.
Nasıl sevmeli?
İyi mü’min, Peygamberini canından ileri tutmalıdır. Bunu Allah Teâlâ istemektedir.
Onu ana babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmelidir.
Hem Allah’ı, hem Resûlullah’ı evrendeki her şeyden daha çok sevmedikçe mü’min adını almak mümkün değildir. Peygamber efendimiz de böyle buyurmuştur.
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’i sevmeyi gerektiren pek çok sebep vardır; ama bunların üçü çok önemlidir:
Birincisi, o, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir..
İkincisi, Allah Teâlâ onu en üstün ahlâka sahip kılmıştır.
Allah Teâlâ Tevrat’ta Yahudilere, İncil’de Hıristiyanlara “O Peygamber”in geleceğini haber vermiş, özelliklerini tanıtmış, Yahudiler ve Hıristiyanlar da onu kendi öz oğulları gibi tanımışlardır. Onu görür görmez kendisine iman etmeleri emredildiği halde, ne yazık ki, iman etmemişlerdir.
ORUÇ İBADETİ VE NEFİS TERBİYESİ
Oruç ibadeti, İslam’ın beş temel esasından biridir. Farz oluşu kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Yüce Allah,
“Ey mü’minler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı”(Bakara,2/183) buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.) ise;
“Kim faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” buyurmuştur.
Oruç Kelimesinin Anlamı
Oruç kelimesi ayet ve hadislerde “savm” ve “sıyam” kelimeleriyle ifade edilmiştir. Bu kelime sözlükte kişinin kendisini yeme, içme, yürüme ve konuşma gibi herhangi bir söz, eylem ve davranıştan alıkoyması anlamlarına gelir. Kur’an’da bu anlamda kullanılmıştır. (Meryem 19/26) Dini bir terim olarak savm; mü’minin ibadet niyetiyle imsak vaktinden iftar vaktine kadar kendisini yeme, içme ve cinsel ilişkiden alıkoyması demektir.
Oruç Evrensel Bir İbadettir
Oruç ibadeti insanlık tarihi kadar eskidir. Yüce Allah,
“Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” ayeti ile orucun Hz. Adem’den Hz. Muhammed (s.a.s)’e kadar bütün insanlara farz kılındığını bildirmektedir.
Tabiin müfessirlerinden Katade b. Daime, Allah’ın önceki toplumlara farz kıldığı orucun Ramazan orucu olduğunu söylemiştir. Yahudiler, Ramazan orucunu terk etmişler, yerine yılda bir gün oruç tutmaya başlamışlardır.Hıristiyanlar ise sıcak sebebiyle orucu bahar mevsimine almışlar, bu değişimin karşılığı olarak 10 gün ilave yapmışlardır. Daha sonra 10 gün daha ilave ederek orucu 50 güne çıkarmışlardır.
Orucun Tarihçesi
Sahabeden Muaz b. Cebel, oruç ibadetinin şu merhalelerde geldiğini bildirmiştir.
a) Aşura ve Eyyam-ı Bid Orucu
Hz.Aişe validemizin bildirdiğine göre İslam öncesinde Mekke halkı ve Peygamberimiz “aşüra” orucu tutuyordu. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman Yahudilerin “aşüra” orucu tuttuklarını gördü, kendilerine bu orucu niçin tuttuklarını sordu. Onlar, “bu gün hayırlı bir gündür, bu günde Allah, İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardı.Musa (a.s.) bu günde oruç tuttu”cevabını verdiler.Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), “Biz Musa’ya sizden daha evla ve layığız” dedi ve aşüra orucu tuttu ve ashabına da tutmalarını emretti.
Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da Peygamberimiz (s.a.s.), aşüra orucunu tutmuş ve
“Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç Allah’ın ayı olan muharrem ayında tutulan aşüra orucudur” sözleriyle tutulmasını teşvik etmiştir. Sahabeden isteyen bu orucu tutmuş, isteyen de tutmamıştır. Aşüra orucu, Muharrem ayının 9 ve 10. günlerinde tutulur.
Ayrıca Peygamberimiz (s.a.s), Ramazan orucu farz kılınmadan önce “eyyam-ı bid” olarak nitelenen kameri ayların 13,14 ve 15. günlerinde de oruç tutmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.) Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da bu orucu tutmuş ve
“Her ay üç gün oruç tutmak bütün seneyi oruçla geçirmek gibi olur”sözleriyle bu orucun tutulmasına teşvik etmiştir.
b) Ramazan Orucu
Ramazan orucu, Bakara süresinin 183-184. ayetleriyle hicretin ikinci yılında Bedir savaşı öncesinde şaban ayında farz kılınmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.) hayıtında dokuz sene Ramazan orucu tutmuştur.
183. ayette orucun mutlak olarak farz kılındığı bildirilmekte, ancak orucun ne zaman, nasıl, ve kaç gün tutulacağı bildirilmemektedir. 184. ayette bu kapalılık kısmen giderilmiş, orucun “sayılı günlerde” tutulacağı beyan edilmiştir.”Sayılı günler” ile maksat Ramazan ayıdır. Bakara süresinin 184 ve 185. ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır:
“(Oruç), sayılı günler(dedir)...”
…Sizden kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun…”
Allah, bu ayetlerle Ramazan orucunu tutumayı müslümanlara farz kılmıştır.
GÜNEŞ BATIYOR
Ölümü öldürmek mümkün değil…
Kabir kapısına kilit vurmak ise imkansız.
Güneş batmak üzere, Ahiret ise uzakta değil, burnumuzun dibinde. Peygamber Efendimiz bu gerçeği anlatmak için, Cennetin de, Cehennemin de bize ayakkabımızın bağcığından daha yakın olduğunu bildiriyor.
Abdullah İbni Ömer, “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol ve kendini ölmüş bil!” hadis-i şerifini bizzat Peygamber Efendimizden duymuştu. Bu hadisi, bir Sahâbi hassasiyeti içerisinde şöyle açıkladı:
Akşama ulaştığında sabahı gözetme; sabaha kavuştuğunda akşamı bekleme.
Sağlıklı günlerinde hastalık zamanı için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al!
Ömür kısa, rıhlet ise çok yakın. Yüce Peygamberimiz “Batan güneşi” haber vermek için bu günün geçen saatlerine göre kalan saatleri ne kadar kısı ise, dünyanın geçen ömrüne göre kalan ömrü de o kadar kısadır buyurmaktadır.
Halil ARIK
Burdur İl Müftüsü
Adamın biri günah işlemişti.
Bunu öğrenen kimseler ona sövüp hakaret ediyordu.
Güzel sözleri ve vaazlarıyla ünlü Sahâbi Ebü’d-Derdâ Hazretleri oradan geçiyordu.
Adamların yanına yaklaştı ve kendileriyle konuşmaya başladı:
“O hakaret ettiğiniz adamı bir çukurda görseydiniz tutup çıkarmaz mıydınız?”
“Elbette çıkarırdık.”
“Öyleyse bu kardeşinize hakaret etmeyiniz.
“Sizi onun yaptığı yanlışa düşmekten koruduğu için Allah’a
hamdediniz.”
Adamlar şaşırmıştı.
“Yani şimdi sen bu günahkâra buğzetmiyor musun?”diye sordular.
Bu bilge Sahâbi şu hârika cevabı verdi:
“Ben ona değil,yaptığı işe buğzediyorum.
“Yaptığı kötü işten vazgeçince, o yine benim kardeşimdir.”
Bir gün peygamber efendimiz ile oturuyorduk, Allah’ ın elçisi:
“Şimdi şuradan Cennetlik bir adam gelecek” buyurdu. Daha
sözünü bitirir bitirmez Medineli Sa’d Amca göründü. Yanımıza gelince selam verdi. Ayakkabıları elindeydi; yeni abdest aldığı
için sakallarından su damlıyordu.
Bu olay ertesi gün, daha ertesi gün de aynı şekilde yaşandı.
Namazdan sonra Peygamberimizin genç Sahâbîlerinden Amr
İbni Âs’ ın oğlu Abdullah, Sa’ d Amcanın peşine takıldı:
“Amca!” dedi. “Babamla aramız bozuldu; üç gün eve gitme-
yeceğime yemin ettim; eğer kabul edersen evinizde üç gün mi-
safir olmak istiyorum.”
Sa’d Amca da kabul etti.
Beraberce gittiler.
Abdullah’ ın bize anlattığına göre üç gece aynı odada yattılar.
Abdullah, acaba bu Cennetlik adam nâfile ibadet etmek için ne
zaman kalkacak diye geceleri boşuna bekleyip durdu.
Sa’ d Amca geceleri kalkıp namaz kılmadı. Yalnız uyanıp da ya-
tağında sağa sola döndükçe Allah’ ı anıyor, tekbir getiriyordu. Bir
de konuştuğu zaman sadece iyi ve hayırlı sözler söylüyordu. Sa-
bah namazı olunca, kalkıp namaza gidiyordu.
Üç gece böyle geçti. Abdullah aradığını bulamamıştı. Sonun-
da Sa’d Amcaya işin aslını anlattı:
“Amca!” dedi. “Babamla aramızda bir anlaşmazlık yok. Pey-
gamber efendimiz üç gün üst üste ‘Şimdi buradan Cennetlik bir
adam gelecek’ buyurdu. Her defasında da sen çıkıp geldin. Ben
de senin evinde birkaç gün kalarak yaptığın ibadetleri öğrenme-
ye ve senin gibi yaşamaya karar verdim. Fakat pekte önemli bir
ibadetini görmedim. Hangi davranışın sebebiyle Peygamber
Efendimiz senin Cennetlik olduğunu söyledi?”
Sa’ d Amca:
“Gördüğünden başka yaptığım bir ibadetim yok” dedi. Abdul-
lah kalkıp gidiyordu ki, “Dur, yeğenim!” dedi.
“Ben hiçbir Müslüman’a kin gütmem,
“ve Allah’ın birine verdiği nimeti kesinlikle kıskanmam.”
O zaman Abdullah:
“Tamam, Amca” dedi. “Seni Cennetlik yapan, bizim sahip ola-
madığımız işte bu özelliğindir.”
Bir gün peygamber efendimiz ile oturuyorduk, Allah’ ın elçisi:
“Şimdi şuradan Cennetlik bir adam gelecek” buyurdu. Daha sözünü bitirir bitirmez Medineli Sa’d Amca göründü. Yanımıza gelince selam verdi. Ayakkabıları elindeydi; yeni abdest aldığı için sakallarından su damlıyordu.
Bu olay ertesi gün, daha ertesi gün de aynı şekilde yaşandı.
Namazdan sonra Peygamberimizin genç Sahâbîlerinden Amr İbni Âs’ ın oğlu Abdullah, Sa’ d Amcanın peşine takıldı:
“Amca!” dedi. “Babamla aramız bozuldu; üç gün eve gitmeyeceğime yemin ettim; eğer kabul edersen evinizde üç gün misafir olmak istiyorum.”
Sa’d Amca da kabul etti.
Beraberce gittiler.
Abdullah’ ın bize anlattığına göre üç gece aynı odada yattılar.
Abdullah, acaba bu Cennetlik adam nâfile ibadet etmek için ne zaman kalkacak diye geceleri boşuna bekleyip durdu.
Sa’ d Amca geceleri kalkıp namaz kılmadı. Yalnız uyanıp da yatağında sağa sola döndükçe Allah’ ı anıyor, tekbir getiriyordu. Bir de konuştuğu zaman sadece iyi ve hayırlı sözler söylüyordu. Sabah namazı olunca, kalkıp namaza gidiyordu.
Üç gece böyle geçti. Abdullah aradığını bulamamıştı. Sonun-
da Sa’d Amcaya işin aslını anlattı:
“Amca!” dedi. “Babamla aramızda bir anlaşmazlık yok. Peygamber efendimiz üç gün üst üste ‘Şimdi buradan Cennetlik bir adam gelecek’ buyurdu. Her defasında da sen çıkıp geldin. Ben de senin evinde birkaç gün kalarak yaptığın ibadetleri öğrenmeye ve senin gibi yaşamaya karar verdim. Fakat pekte önemli bir ibadetini görmedim. Hangi davranışın sebebiyle PeygamberEfendimiz senin Cennetlik olduğunu söyledi?”
Sa’ d Amca:
“Gördüğünden başka yaptığım bir ibadetim yok” dedi. Abdullah kalkıp gidiyordu ki, “Dur, yeğenim!” dedi.
“Ben hiçbir Müslüman’a kin gütmem, “ve Allah’ın birine verdiği nimeti kesinlikle kıskanmam.”
O zaman Abdullah:
“Tamam, Amca” dedi. “Seni Cennetlik yapan, bizim sahip olamadığımız işte bu özelliğindir.”
BİZEDE BİR GÜN AYIR
Ebu Said El-Hudri Radiyallahü anh anlatıyor:
Bir gün Peygamber Efendimizin yanına bir hanım geldi:
“Ey Allahın Elçisi!” dedi.
“Senin sözlerinden hep erkekler faydalanıyor.
“Biz kadınlara da bir gün ayır; o gün senin yanına gelelim.
Allahın sana öğrettiğini biz de öğrenelim.”
Rasüli Ekrem ona:
“Falan gün falan yerde toplanınız.” buyurdu
O gün kadınlar bir araya geldiler.
Peygamber efendimizde onların yanına gitti;
Allah Tealanın kendisine öğrettiği bilgileri onlara öğretti; bazı tavsiyelerde bulundu.
Sonra Şöyle buyurdu:
“Siz den bir hanımın üç çocuğu ölürse, bu yavrular Cehenneme karşı annelerine siper olurlar.”
Bir kadın:
“Ya iki çocuğu ölenler?.” Diye sorunca,
“İki çocuğu ölen anneyi de o yavrular Cehennem ateşinden korur” buyurdu.